Her devletin ve dünya hegemonyası peşinde olan imparatorlukların olduğu gibi, "Büyük Amerika İmparatorluğu"nun da geçmişten geleceğe, maziden âtiye uzanan, kısa ve uzun vadeli olarak planlanan hedefleri vardır.
Bunları gerçekleştirmek için yüzyıllık stratejiler geliştirir.
Tek bir taktiğe bağlı kalmadan, kendi içinde bilinen ama dışarıdan çok bilinmeyenli denklemlerden oluşan usuller dener.
Piyon kuruluşlar, şahıslar, devletler ve hatta birleşik güçler kullanır.
Hedefine ulaşmak için kamuoyu oluşturarak, icraatlarının haklılığını hem vatandaşlarına hem de dünyaya güçlü medya araçlarıyla kabul ettirir.
Herkesten destek görür.
Çünkü ABD; kalabalık ordusu, en son teknoloji ürünü silahları, dünyaya hükmeden uydularla sağladığı enformasyonu, doğal zenginlikleri, finansal kaynakları ve güçlü ekonomik sistemiyle şimdilik dünya devi bir devlettir.
ABD de bu durumu oldukça iyi kullanmakta, adeta her taşın altından "USA" patenti çıkmaktadır.
Türkiye'nin pek çok meselesinde olduğu gibi, özellikle kanayan yaramız olan Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt meselesinde de doğrudan muhatabımızdır.
Asırlık "Kürdistan" taslağında İngiliz Lord Curzon'un 80 yıl önce söylediği "Hiçbir Kürt kendi aşiretinden ötesini temsil edemez" sözüne ve bunun tarihsel bir gerçek olmasına rağmen, günümüzde Barzani, Talabani ve Apo'nun yakın geçmişte de Şerif Paşalar ve Şükrü gibi şahısların bu emperyalist oyunda rol alması, hem kendilerinin hem de milyonlarca masum Kürt'ün hüsranıyla sonuçlanmıştır.
Son zamanlarda yayımlanan kitap, dergi, rapor ve beyanatlarda sıkça karşılaşılan:
-
Otonom Kürdistan
-
Kürdistan Federasyonu
-
Kürdistan Devleti
-
Kürdistan Hükûmeti
-
Peşmerge Devleti
-
Barzani Kürdistanı
-
Talabani Kürdistanı
-
PKK Kürdistanı
-
Kürt Ateşi
-
Kuzey Irak Kürt Devleti
gibi tanımlamaların ardında Fransız François Picot, İngiliz Sir Mark Sykes ve ABD'nin zeki başkanlarından Woodrow Wilson'un anlaşmaları ve prensipleri yatmaktadır.
Kürtleri hangi aşiretin temsil edeceği bugün hâlâ net değildir.
Bu gizli projeler kapsamında, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yürütülen faaliyetler oldukça yoğundur.
Fransız casus Ernest Grenier, ABD misyonerlerinin çalışmalarını şu şekilde anlatır: "Kürdistan'da 1870-1915 yılları arasında 'Amerikan Misyonu' adlı örgüt, bölgede görevli her misyonere 1897'de bedava lojman ve yemek, bir at ve 25 İngiliz Sterlini maaş sağlamaktaydı.
Bu misyonerler, Bab-ı Âli'den aldıkları özel izinle bugünkü Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde görev yapmaktaydılar.
Amerika'dan gönderilen yardımlarla Bitlis'te tam teşekküllü bir hastane kurulmuş, ABD'li doktorlar ve hemşireler görevlendirilmiştir.
Siirtlilere yün eğirecek, pamuklu bez ve halı dokuyacak tezgâhlar açılmıştır.
ABD'li misyonerler Türkiye sınırları içindeki sözde Ermenistan ve Kürdistan topraklarının en ücra köşelerine kadar yayılmış, kadın-erkek gruplar halinde bölgeyi adım adım gezmişlerdir.
Kuş uçmaz, kervan geçmez köylere kadar gidip halkla birebir ilişki kurmuşlar; pek çok şehir ve kasabada da okullar açmışlardır."
Günümüzde de bu faaliyetlerin artarak sürdüğü açıktır.
Körfez Savaşı başlamadan ve Çekiç Güç gelmeden yıllar önceki faaliyetlere bakıldığında, Emekli Korgeneral Faruk Güventürk'ün 1965-67 yıllarında Güneydoğu'da görev yaptığı dönemde hazırladığı raporda şu ifadelere yer verilmiştir: "1965 yılı Ağustos ayında Diyarbakır Pirinçlik'teki Amerikalıların radar üs komutanlığına gittim. Komutanın odasında ABD Başkanı Johnson'un resmi, Amerikan bayrağı ve duvarda büyük harflerle 'Kürdistan/Ermenistan' yazan bir harita vardı. Komutana, 'Burası Türkiye Cumhuriyeti'dir. Madem ki müttefikiz, Atatürk'ün resmi ve Türk bayrağı da olmalıdır. Türkiye'de ne Kürdistan ne de Ermenistan vardır. Kürtler bizim öz vatandaşlarımızdır. Bu sebeple bu haritayı tasvip etmiyorum ve ziyaretimi iptal ediyorum' dedim."
Emekli Korgeneral Güventürk, bölgede yaptığı araştırmalarda Amerikan hemşirelerinin halkla ilişki kurduğunu, Amerikalı subayların bölgedeki doğal kaynakları incelediğini, Türk birliklerinin konumlarını haritaladıklarını tespit ettiğini belirtmiştir.
Kendisine göre, ABD'nin amacı, gelecekte sanayileşmiş ve nüfusu artmış bir Türkiye'nin Ortadoğu'da söz sahibi olmasını engellemek ve Güneydoğu'da sömürüye açık bir Kürt devleti kurmaktır.
Bu yazının asıl konusu ABD ve başka ülkelerin çeşitli örgütler, ajanlar ve araştırma kuruluşları aracılığıyla yürüttüğü faaliyetler değil; ABD'nin Kürt kartını nasıl ve ne zaman devreye soktuğunu gösteren bir belgedir.
Bu belge, 29 Ekim 1919 tarihli Kürdistan Mecmuası'ndan alınmıştır.
Belgede, Cemiyet-i Akvam (şimdiki Birleşmiş Milletler) adına gelen Amerikalı Dr. Kraine'nin Kürdistan Kulübü ve Kürt Teali Cemiyeti ile yaptığı görüşmenin tam metni yer almaktadır. Görüşmede; Şükrü Mehmed (Sekban), Babanzade Şükrü, Halil ve Paris Konferansı’na katılmış olan Şerif Paşa yer almaktadır.
Görüşmede Kürt tarafı, Wilson prensipleri doğrultusunda bağımsızlık taleplerini dile getirmiş; Akdeniz'e çıkış noktası olarak Yumurtalık Limanı'nı istemiştir.
Diyarbekir'in merkez yapılması teklif edilmiş, Kürt nüfusu için 4-5 milyon Türkiye'de, 4 milyon İran'da tahmini verilmiştir.
Karşılıklı yer değişimiyle Kürdistan ve Ermenistan'daki azınlıkların takası önerilmiştir.
Bu belge, ABD’nin Kürt meselesine dair tarihsel yaklaşımının ipuçlarını sunmaktadır.
Gazanfer Şahin / ENP
Not : Yazıların bilimsel, etik sorumlulukları yazarlara aittir. Yazıların içeriğinden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur.
Kaynakça:
-
Şafak, Erdal. https://m.sabah.com.tr/yazarlar/safak/2011/04/18/degisen-dogu/amp
-
Şahin, Gazanfer. Tarih Medeniyet Dergisi, İstanbul, Sayı 51, Sf 41–43.
-
Kürdistan Mecmuası'nın İstihbarat-ı Hususiyesi, Sayı 15, Sayfa 192, Kahire.
Yorumlar
Kalan Karakter: