Türkiye’deki ideolojik tartışmaların karmaşık ve çelişkili doğası, özellikle Kemalizm ve Osmanlıcılık ekseninde dikkat çekici bir paradoksa işaret eder. İlginçtir ki, Kemalizm’e karşı çıkan ve “Osmanlı’yı savunuyoruz” iddiasındaki bazı kesimler, genellikle kapalı bir toplum modelini ve katı bir dini muhafazakârlığı idealize eder.
Oysa savunduklarını düşündükleri Osmanlı’nın son dönemi, gerçekte Batılı değerlerle iç içe geçmiş bir modernleşme sürecine tanıklık etmiştir. Fransızca konuşan, operaya giden, Avrupa tarzı eğitim kurumları kuran paşalar ve saray çevresi, Osmanlı’nın son yüzyılını şekillendiren asıl aktörlerdi.
Öte yandan, Kemalizm’i savunanlar ise farkında olmadan Osmanlı’nın saray Müslümanlığını ve Batılılaşma ideolojisini yeniden üretir. Cumhuriyet’in devrimleri, sarayın elitiz modernleşme projesini halka yayma çabasıydı. Ancak bu durum, Kemalistlerin “Osmanlı’yı reddettikleri” iddialarıyla çelişerek, tarihsel bir ironiye dönüşü.
Saray Müslümanlığı ve Frank Mukallitliği: Batılılaşmanın Elitiz Yansıması
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde belirginleşen “Saray Müslümanlığı” olarak adlandırabileceğimiz olgu, imparatorluğun batılılaşma çabalarıyla şekillenmiş bir elit zihniyetini ifade etmektedir. “Frank mukallitliği” olarak da tanımlanan bu süreçte, Osmanlı’nın batıya dönük yüzü, batılı değerleri benimsemeyi ve batılı yaşam tarzını içselleştirmeyi Müslüman kimliğiyle bağdaştırma çabasını gütmüştür. Bu yaklaşım, Anadolu’nun geleneksel dindarlığını ve halkın kültürel yaşamını zaman zaman aşağılayıcı bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Ancak ilginç bir şekilde, sarayın bu batılılaşma çabası, belirli şehirler ve merkezler dışında halka yayılmamış, Anadolu insanı kendi geleneksel anlayışıyla baş başa bırakılmıştır. Saray Müslümanlığı, özünde batılı değerleri kabul ederken Müslüman kalma arayışını temsil etmektedir.
Bu bağlamda, “Saray Türklüğü” olarak adlandırabileceğimiz bir kimlik anlayışı da ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre, yüzü batıya dönük, batılı olmak isteyen kesimler “Türk” olarak addedilmiştir. Bu durum, Balkanlar örneğinde açıkça görülmektedir. Bulgarlar, Romanlar gibi diğer Balkan halkları aşağılanmış, sadece Müslüman ve batılılaşma arzusunda olan ahali değerli görülmüştür. Osmanlı’nın batılılaşma ve makbul vatandaş ilişkisi, Balkanlar ve Anadolu coğrafyasında somut bir şekilde gözlemlenebilir.
Frank Mukallitliği ve Elitizm: Saray, Avrupa’nın teknolojik üstünlüğünü benimserken, Batılı yaşam tarzını yalnızca İstanbul, Selanik ve İzmir gibi merkezlerdeki Müslüman-Türk elitlere özgü kıldı.
Anadolu’nun Dışlanması: Köylüler, “reaya” olarak görülüyor; dini pratikleri “gericilik”, kültürel kimlikleri ise “taşra kabağı” olarak aşağılanıyordu. Balkanlar’daki Müslüman nüfus “asri” addedilirken, Anadolu Türkmenleri ve Kürtler bu tanımın dışında bırakıldı.
Saray Müslümanlığı: İslam, kimliğin bir parçası olarak korundu, ancak pratikte Batılı değerlerle sentezlendi. Bu, dini sembolizm ile seküler devlet arasında bir uzlaşmaydı.
Cumhuriyetin Paradoksal Mirası: Saray İdeolojisinin Halka Taşınması
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın başlattığı batılılaşma sürecini daha geniş bir tabana yaymayı hedeflemiş ve halkın da batılı değerleri benimsemesi için bir dizi devrim gerçekleştirmiştir. Ancak bu süreçte, cumhuriyeti kuran kadroların Osmanlı paşaları olması nedeniyle, ister istemez saray ideolojisinin etkisi altında kalınmıştır. Dolayısıyla, Cumhuriyetin gerçekleştirdiği devrimler, bir anlamda saray Müslümanlığının halka taşınması çabası olarak da yorumlanabilir.
Gazi Paşa ve kurucu kadro, Osmanlı’nın elitiz Batılılaşmasının yapamadığını yaptı:
Halkı modernleştirmek,
Köylüyü “reaya” statüsünden “vatandaş” statüsüne geçirmek,
Eğitim, hukuk, kadın hakları, kıyafet, alfabe gibi alanlarda dönüşümü kitleselleştirmek.
Ancak bu hamleler, tepeden inmeci ve devlet merkezli bir zihniyetle uygulandığı için, yeni bir merkez-çevre gerilimini de beraberinde getirdi.
Halkın geleneksel kültürel kodlarıyla, modern ulus inşası arasında doğal bir gerilim doğdu.
Fakat unutulmaması gereken şudur:
Cumhuriyet’in devrimleri, Osmanlı saray modernleşmesinin elitiz karakterini yıkmak, onu haklaştırmak için yapılmıştır.
Bugün Cumhuriyet’e yöneltilen “dayatmacı modernleşme” eleştirileri, bu tarihsel zemini görmeden dile getirilmektedir.
Absürt İdeolojik Durum: Osmanlı Savunuculuğu ve Kemalizm Düşmanlığının Çelişkisi
İşte tam bu noktada, Türkiye’deki ideolojik tartışmaların karmaşık ve çelişkili doğası, Kemalizm ile Osmanlıcılık arasındaki paradoksal ilişkide somutlaşır. İlginçtir ki, günümüzde Kemalist olduğunu iddia eden ve bu kimliği taşıdığını savunan çevreler, farkında olmadan Osmanlı sarayının Batılılaşmış Müslümanlık anlayışını ve merkeziyetçi elitizmini yeniden üretmektedir. Öte yandan Cumhuriyet, 1980’lerden itibaren uzun vadeli bir sosyal mühendislik projesi olarak kendi insan kaynağını yetiştirmiştir. Nitekim başarılı toplumsal devrimler, ancak bir asırlık süreçte kök salarak yeni bir kültürel ve siyasi nesil ortaya çıkarabilir. Bu perspektiften bakıldığında, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet’in, nihayet 21. yüzyılda “kendi kadrolarını” oluşturduğu görülecektir.
Hayati Esen / ENP
Not : Yazıların bilimsel, etik sorumlulukları yazarlara aittir. Yazıların içeriğinden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur.
Yorumlar 1
Kalan Karakter: