Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder’in, geçmişte meclis kürsüsünden Atatürk’e yönelik yaptığı eleştiriler, ölümünün ardından yeniden alevlenen tartışmanın fitilini ateşledi. Önder’in, “Büyük Atatürk” ifadesine ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine dair küçümseyici ve provokatif sözleri, toplumun geniş kesimlerinde öfke ve tepkiyle karşılandı.
Tartışma, yalnızca siyasetçinin ölümünden ibaret değil; Türkiye’nin tarihsel hafızasına, ulusal kimliğine ve liderlik algısına yönelik derin sorgulamanın da kapılarını araladı. Şimdi, tartışmanın arka planında yatan asıl meseleye, yani Atatürk’ün büyüklüğüne ve büyüklüğe yöneltilen saldırıların gerçek yüzüne bakmak gerekiyor.
Liderlik Kavramının Sınırları ve Atatürk’ün Eşsizliği
Liderlik, toplumların kaderini belirleyen en kritik unsurlardan biri olmasına rağmen, bazıları kavramı kasıtlı olarak sıradanlaştırmaya çalışıyor. Sırrı Süreyya Önder gibi isimlerin, Atatürk’ü “büyük” olarak anmanın gereksizliğini savunması, aslında kendi entelektüel yetersizliklerinin ve tarihsel körlüklerinin yansıması.
Atatürk’ün liderliği, yalnızca askeri deha ya da siyasi figür olmanın çok ötesindedir. Onun vizyonu, ulusal bağımsızlık ve çağdaşlaşma yolunda attığı adımlarla dünya tarihine damga vurmuştur. Gerçekleri inkâr edenler, liderlik kavramını ucuz polemiklere alet ederek, toplumsal hafızayı tahrip etmeye çalışıyor.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” İlkesinin Derinliği ve Çarpıtılması
Barış kavramını teslimiyetle eşitleyen iddia sahipleri, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini sığ korkaklık ya da acizlik olarak sunmaya çalışıyor. Oysa ilke, diplomasi tarihinin mihenk taşıdır ve Türkiye’nin uluslararası arenada saygın aktör olmasını sağlayan stratejik vizyonun ürünüdür.
Örneğin Hatay’ın tek kurşun atılmadan Türkiye’ye katılması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi diplomatik zaferler, vizyonun somut yansımalarıdır. Barışçıl politika, güçsüzlüğün değil, aklın ve ileri görüşlülüğün göstergesidir. Barışı küçümseyenler, aslında kendi dar ideolojik kalıplarına hapsolmuş, tarihsel gerçekleri çarpıtmaktan başka bir şey yapmıyor.
Tarihsel Çarpıtmalar ve Bilinçli Manipülasyonlar
Tarihi olayları bağlamından kopararak değerlendirmek, en büyük entelektüel sahtekârlıktır. Sırrı Süreyya Önder ve benzerlerinin Atatürk’ün liderliğini küçümsemek için yaptığı çabalar, çoğunlukla kasıtlı manipülasyonlara dayanıyor. “Atatürk olmasaydı milletvekili olamazdınız” ifadesini alaya almak, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin toplumsal devrim niteliğini görmezden gelmektir.
Bu devrimi inkâr edenler, tarihsel gerçeklere gözlerini kapamış, kendi ideolojik saplantılarına esir olmuşlardır. Atatürk’ün askeri ve siyasi dehasını anlamayanlar, onun kurmaylık zekâsını sorgulamakla yetinir, ancak daha ileriye gidemezler.
Atatürk’e Yönelik Saldırıların Arka Planı ve İdeolojik Saplantılar
Atatürk’e yönelik eleştiriler, çoğu zaman kişisel husumetlerin ve ideolojik saplantıların ürünüdür. Sırrı Süreyya Önder’in ölümünden sonra ortaya çıkan linç ve övgü dalgası, aslında toplumsal kutuplaşmanın ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Onun büyüklüğünü hazmedemeyenler, tarihsel başarılarını küçümsemek için türlü bahaneler üretirken, Cumhuriyet’in temel değerlerini de hedef alıyor.
Özellikle, etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden yapılan saldırılar, toplumsal barışı dinamitlemekten başka bir işe yaramıyor. Atatürk’ün “büyük” sıfatını hak etmediğini iddia edenler, kendi küçük dünyalarındaki kompleksleri dışa vuruyor. Dünya liderlerinin saygı duyduğu figürü küçümsemek, ulusal onura yapılmış en büyük hakarettir.
Tarih Bilincinin Erozyonu ve Toplumsal Sonuçlar
Tarih bilincinin zayıflaması, toplumların kendi köklerinden kopmasına yol açıyor. Atatürk’ün mirasını küçümseyenler, aslında kendi geçmişlerine yabancılaşma, toplumsal hafızanın erozyonuna ve ulusal kimliğin zedelenmesine neden oluyor.
Tarihi yarım yamalak bilmek, günümüzün en büyük entelektüel hastalığıdır. Sığ ve sloganik cümlelerle yapılan eleştiriler, gerçek tartışma zemini oluşturmaz. Aksine, toplumu kutuplaştırır ve ortak değerlerin aşınmasına yol açar. Atatürk’ün büyüklüğünü tartışmaya açmak, yalnızca lideri değil, milletin varoluşunu sorgulamaktır.
Tarihsel Gerçeklere Karşı Kollektif Akıl Tutulması
Atatürk’ün liderliğine yönelik saldırılar, tarihsel gerçeklere karşı meydan okumadan öte, kolektif akıl tutulmasının göstergesidir. Sırrı Süreyya Önder’in ölümünden sonra yeniden alevlenen tartışma, aslında toplumsal hafızanın ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor. Onun vizyonunu ve başarılarını küçümsemek, yalnızca geçmişe değil, geleceğe de ihanet etmektir.
Tarih, büyük liderleri ve onların mirasını küçümseyenleri asla affetmez. Atatürk’ün büyüklüğünü tartışmaya açmak, ulusal hafızaya ve toplumsal bütünlüğe yapılan en büyük saldırılara karşı, tarihsel gerçekleri savunmak, her bilinçli yurttaşın en temel görevidir.
Sadi ÖZGÜL/ ENP
Not : Yazıların bilimsel, etik sorumlulukları yazarlara aittir. Yazıların içeriğinden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur.
Yorumlar
Kalan Karakter: