ABD Başkanı Donald Trump’ın 24 Nisan 2025’te Ermeni Anma Günü mesajında 1915 olayları için “soykırım” demeyip “Meds Yeghern” (Büyük Felaket) ifadesini kullanması, yalnızca tarihi bir tartışmanın ötesinde, günümüzün karmaşık jeopolitik hesaplarıyla şekillenen bir hamle.
Joe Biden’ın 2021’de “soykırım” terimini kullanarak bu konuda ilk ABD başkanı olması, Washington’ın bu meseledeki tutumunun stratejik olduğunu ortaya koyuyor. Trump’ın 1,5 milyon Ermeni’nin sürgün ve ölümünü anarken “soykırım” kelimesinden kaçınması, Türkiye’ye bir jest gibi görünse de, bu karar Suriye, Filistin, Ukrayna ve Kıbrıs’taki gelişmelerle bağlantılı.
ABD’nin küresel gücünü koruma çabası, bu tutumun ardındaki asıl itici güç. Bu makale, Trump’ın 1915 duruşunun nedenlerini, mevcut jeopolitik dengeleri, bu açıklamanın bölgesel krizlerle ilişkisini ve Türkiye’nin bu satranç tahtasında nasıl bir pozisyon alabileceğini sade bir dille açıklıyor; aynı zamanda Trump’ın bu bölgelerdeki yol haritasını, kimin ne istediğini ve olası uzlaşma noktalarını derinlemesine ele alıyor.
ABD’nin 1915 söylemi, hem iç hem dış politikada bir araç. Biden’ın “soykırım” demesi, Ermeni diasporasının ABD’deki etkisinden kaynaklanıyordu, ancak bu adım Türkiye ile ilişkileri gerginleştirdi.
Trump’ın bu terimi kullanmaktan kaçınması, Ankara ile ilişkileri yumuşatma çabası gibi sunuluyor. Ancak bu, samimi bir uzlaşıdan çok, ABD’nin çıkarlarını koruma taktiği.
Türkiye, NATO’nun güney kanadında, Rusya ve Çin’e karşı stratejik bir müttefik. Ankara’nın son yıllarda bağımsız dış politika izlemesi, Rusya’dan S-400 alması ve Kafkasya’daki etkisi, ABD için hem fırsat hem tehdit.
Trump’ın mesajı, Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla yakınlaştırmamak için yapılmış bir diplomatik hamle.
Ancak bu jest, ABD’nin Suriye’de YPG’ye desteği, İsrail’in Filistin’deki eylemlerine verdiği destek ve Kıbrıs’taki Rum yanlısı tutumu gibi çelişkileri örtemiyor.
Trump’ın 1915 tutumu, küresel güç mücadelesinin bir yansıması. Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın enerji üzerindeki etkisini artırırken, ABD’nin NATO’yu güçlendirme ve Rusya’yı çevreleme politikasını hızlandırdı.
Türkiye, Karadeniz’in güvenliği ve enerji koridorları için kilit bir ülke. Ukrayna savaşı, Türkiye’yi Hazar ve Ortadoğu enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaşmasında önemli bir köprü yaptı.
ABD, Türkiye’yi yanında tutmak için 1915 gibi hassas bir konuda gerginlikten kaçınıyor. Trump’ın Ukrayna stratejisi, savaşı hızla bitirmeyi hedefliyor.
Kendisi, Rusya-Ukrayna savaşını “24 saatte çözebileceğini” iddia ediyor ve 2025’te Ukrayna’yı Rusya’ya taviz vermeye (örneğin işgal edilen toprakları bırakmaya ve NATO üyeliğinden vazgeçmeye) zorlayabilir.
Bu, ABD’nin askeri yardımını kesme tehdidiyle desteklenebilir. Türkiye, bu süreçte arabulucu rolünü sürdürebilir, hem Rusya hem Ukrayna ile ilişkilerini koruyarak Karadeniz’deki etkisini ve enerji yollarındaki konumunu güçlendirebilir.
Olası bir uzlaşma, Ukrayna’nın bazı toprak kayıplarını kabul ettiği ve tarafsız bir statüye geçtiği bir “dondurulmuş çatışma” olabilir.
Türkiye, bu senaryoda diplomatik kazanımlar elde edebilir, ancak Rusya ile yakınlaşması ABD’yi rahatsız edebilir.
Suriye, ABD-Türkiye ilişkilerindeki bir başka sınav.
Trump, geçmişte Suriye’den çekilme niyetini açıklamış, ancak Pentagon’un itirazlarıyla sınırlı bir askeri varlık (yaklaşık 2.000 asker) korunmuştu. 2025’te Trump, “sonsuz savaşları bitirme” vaadini yerine getirmek için kısmi bir çekilme başlatabilir, ancak İran’ı sınırlamak, petrol sahalarını kontrol etmek ve Rusya’nın etkisini dengelemek için tamamen çekilmeyecektir.
Aralık 2024’te Beşar Esad’ın Hayat Tahrir al-Şam ve Türk destekli güçler tarafından devrilmesi, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini artırdı. Trump, bu durumu fırsat bilerek Türkiye’ye kuzey Suriye’de güvenlik sorumluluğu verebilir, karşılığında YPG’ye desteği azaltabilir.
Türkiye, YPG’nin silahsızlandırılmasını ve yabancı Kürt savaşçıların çekilmesini talep ediyor; ayrıca “güvenli bölgeler”in tanınmasını istiyor.
ABD, bu taleplere kısmen yanıt verebilir, örneğin F-16 modernizasyonu gibi savunma teşvikleriyle.
Ancak İsrail’in İran yanlısı gruplara karşı hassasiyetleri ve Rusya’nın Tartus’taki varlığı, tam bir uzlaşmayı zorlaştırabilir.
Türkiye, Suriye’de Rusya ve İran’la da diyalog kurarak denge politikası izleyecek, ancak YPG konusunda ABD’den somut adımlar bekleyecektir.
Filistin meselesi, ABD’nin çifte standartlarını en net ortaya koyuyor. Trump’ın İsrail yanlısı kabinesi (örneğin Dışişleri Bakanı Marco Rubio) ve 2025’te Netanyahu ile görüşmesi, İsrail’e koşulsuz destek politikasını sürdüreceğini gösteriyor.
Gazze’deki operasyonlara milyarlarca dolarlık askeri yardım ve BM’deki vetolarla destek veren ABD, Trump döneminde de bu çizgiyi koruyabilir.
Ancak Trump’ın “Gazze planı” olarak anılan ve İsrail’in ilhakını, Filistinlilerin yerinden edilmesini öngördüğü iddia edilen önerisi, Türkiye ve Arap dünyasından sert tepki aldı.
Trump, uluslararası baskıyı hafifletmek için geçici bir ateşkesi zorlayabilir, Arap ülkelerinin Gazze’nin yeniden inşasına katkı sağladığı bir düzenleme önerebilir.
Türkiye, iki devletli çözüm ve insani yardım için bastıracak, Katar ve Mısır’la birlikte arabuluculuk yapabilir.
Ancak İsrail’in Filistin devletini reddetmesi ve ABD’nin Tel Aviv’e baskı yapmaktan kaçınması, kapsamlı bir çözümü imkânsız kılıyor.
Türkiye, ABD’den sembolik jestler (örneğin Gazze’ye yardım artırımı) elde edebilir, ancak Hamas’a verdiği siyasi destek, Trump’ın İsrail yanlısı ekibiyle gerilim yaratabilir.
Kıbrıs, bu denklemin stratejik bir parçası.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve deniz yetki alanları, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında gerilim yaratıyor.
ABD, Rum Kesimi’ni ve Yunanistan’ı destekliyor, Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için EastMed boru hattını savunuyor.
Ancak Trump’ın pragmatik yaklaşımı, Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmamak için Ankara’yla uzlaşma arayışına girebilir.
Örneğin, ortak enerji araştırması veya Türk sondajlarına moratoryum gibi önerilerle gerilimi düşürmeyi deneyebilir.
Türkiye, KKTC’nin tanınmasını ve gaz gelirlerinden pay talep ediyor; 2019’da Libya ile imzaladığı deniz anlaşması ve donanma varlığıyla pozisyonunu güçlendiriyor.
ABD, Rum Kesimi’ni Türkiye ve KKTC ile müzakereye zorlayabilir, ancak Yunan-Rum direnci ve AB’nin vetoları engel teşkil edebilir.
Türkiye, ABD’nin jestlerini (örneğin enerji altyapısına yatırım) kabul edebilir, ancak Rusya ve Çin’le alternatif ittifaklar arayarak baskıyı artıracaktır.
ABD’nin 1915 tutumu, küresel güç mücadelesinin bir yansıması.
Ermeni Soykırımı’nı tanıyan Fransa ve Almanya gibi ülkeler, kendi tarihlerindeki katliamları (Cezayir, Namibya) görmezden gelerek samimiyetsiz davranıyor.
Bu ülkeler, Gazze’deki katliamlara sessiz kalarak ABD’nin politikalarına uyum sağlıyor.
Küresel güçlerin zenginliği, tarih boyunca sömürü ve savaşlarla birikti; bugün de enerji kaynakları ve finansal sistemlerle sürdürülüyor.
Ortadoğu’daki savaşlar petrolle, Afrika’daki sömürü madenlerle bağlantılı. “Demokrasi” ve “insan hakları” söylemleri, bu çıkarları meşrulaştırmak için kullanılıyor.
Trump’ın mesajı, NATO müttefiki Türkiye’yi koruma, Rusya ve Çin’e karşı avantaj sağlama ve Doğu Akdeniz’deki enerji savaşını yönetme stratejisinin bir parçası.
Ancak bu, ABD’nin çelişkilerini gizlemiyor: Suriye’de YPG’ye destek, Filistin’de İsrail’e arka çıkma, Kıbrıs’ta Rum yanlılığı.
Türkiye’nin 2025’teki pozisyonu, stratejik özerkliğe dayanıyor. Erdoğan, Trump’ın 1915 jestini savunma (F-35’e dönüş, F-16 modernizasyonu), enerji (Doğu Akdeniz’de pay) ve bölgesel etki (Suriye’de güvenli bölgeler, Filistin’de liderlik) alanlarında kazanıma çevirmek isteyecektir.
Ancak Ankara, Rusya ve Çin’le yakınlaşarak risk alıyor; bu, ABD Kongresi’nin yaptırımlarını veya NATO’da dışlanmayı tetikleyebilir.
Türkiye, Suriye’de YPG’nin zayıflatılmasını, Ukrayna’da arabuluculukla kazanç sağlamayı, Filistin’de ahlaki üstünlük kurmayı ve Kıbrıs’ta enerji paylaşımını hedefliyor.
ABD ile uzlaşma, Suriye’de YPG desteğinin azalması, Ukrayna’da dondurulmuş bir çatışma, Kıbrıs’ta enerji görüşmeleri ve NATO’da savunma işbirliğiyle mümkün olabilir.
Ancak İsrail lobisi, Yunan-Rum direnci ve Rusya’nın bölgesel varlığı engeller yaratıyor.
Trump’ın yol haritası, pragmatik ve “Önce Amerika” odaklı: Suriye’den kısmen çekilmek, Ukrayna’da hızlı bir anlaşma, Filistin’de İsrail’i desteklerken göstermelik bir barış, Kıbrıs’ta enerji odaklı bir uzlaşı.
ABD, küresel liderliğini Çin ve Rusya’ya karşı korumayı, enerji yollarını güvenceye almayı ve askeri yükleri azaltmayı amaçlıyor.
Türkiye ise bölgesel liderlik, ekonomik çıkarlar ve özerklik peşinde.
Diğer aktörler
–İsrail’in hakimiyet arayışı, Rusya’nın kazanımlarını koruma çabası, Avrupa’nın istikrar isteği
– Çatışan öncelikler yaratıyor. Bu çifte standartlar, insan hakları ve adalet arayışında güvensizlik yaratıyor.
Küresel güçlerin bu oyunu, tarihsel ve güncel olayları eleştirel bir gözle değerlendirmeyi ve daha adil bir dünya için mücadele etmeyi gerektiriyor.
Türkiye, bu karmaşık satranç tahtasında stratejik hamlelerle pozisyonunu güçlendirebilir, ancak çelişkilerle dolu bu düzende dikkatli bir denge kurması şart.
Şükriye Akkoç / ENP
Not : Yazıların bilimsel, etik sorumlulukları yazarlara aittir. Yazıların içeriğinden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur.
Yorumlar
Kalan Karakter: