Özel Söyleşi: Selime Turğut – ENP Haber
Sovyetler Birliği’nin son döneminden bugüne diplomasi dünyasında iz bırakmış bir isimle… 1946’da Başkordistan’ın Çekmaguş köyünde doğan Rişat Nurahmanoviç Halikov, Türkiye’de üç farklı kenti hem diplomat hem de kültür elçisi olarak deneyimledi. İstanbul’un boğazındaki puslu günlerine, Trabzon’un Karadeniz kıyısındaki samimiyetine tanıklık eden Halikov, Türkiye–Rusya ilişkilerinin saklı köprüsünü inşa etti. ENP Haber muhabiri Selime Turğut, bu derin yolculuğun kapılarını aralayan sorularını kendisine yöneltti.
Soğuk savaşın izleriyle büyüyen bir çocuk… Sovyetler Birliği’nin diplomasisinde yıllarını geçiren bir diplomat. Türkiye, Güney Asya, Orta Doğu ve Sovyet coğrafyasında iz bırakmış değerli bir isim: Rişat Nurahmanoviç Halikov.
1946 yılında Başkordistan’ın Çekmaguş köyünde doğan Halikov, Sovyet sisteminin hem sosyal ve tarih hem siyasal eğitimini alarak, erken yaşlarda doğu dillerine ve kültürüne yöneldi. Onu farklı kılan sadece diplomasideki başarısı değildi, kurduğu samimi ilişkiler ve güçlü hafızası da etkili oldu. Başkent Ankara’da yaşamış, İstanbul Boğazı’nın puslu havasına tanıklık etmiş ve Trabzon’un samimi insanları ile tanışmış, Rusya’yı temsil eden bir Başkort diplomatla karşı karşıyayız.
Kendisiyle kısa bir süre önce bir ticaret forumunda tanıştık. Sohbet ederken bana “bozkurt” diye hitap etti. Bu bir hitap değildi benim için. “Bozkurt” hitabı, ortak bir hafızanın, kültürel bir derinliğin, Türklüğün ve içten gelen bir tanımanın ifadesiydi.
O belleğin izini sürmek için Halikov ile bir söyleşi yaptık. Kendisine çeşitli sorular sorduk ve hepsini büyük bir samimiyetle cevapladı. İşte bu derin yolculuğa harfler vasıtasıyla başlayalım.
Selime Turğut: Sovyetler Birliği döneminde Türkiye’de görev yapmış bir diplomat olarak, iki ülke arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halikov: Çok enteresan bir sual. Sovyetler Birliği zamanındaki Türkiye ile ikili ilişkiler çok ilginçti. Türkiye’ye ilk kez 1975 yılının şubat ayında ailemle beraber bir tren yolculuğunun sonunda geldim. Çalıştığım ilk büyükelçi Aleksey Alekseyeviç Radionov’du. Kendisi çok büyük bir diplomat ve ilginç biriydi. Bana katkıları ve etkileri çok oldu. Sabah saat beşte beni yürüyüşe çağırır, yaklaşık 12 kilometre yürürdük. Onunla dostluğumuz Kanada’daki görevine ve vefatına kadar sürdü. İlk yıl Sovyet Ticaret Temsilciliği’nin karşısındaki GKES lojmanlarında yaşadık.
O zamanlar Sovyetler Birliği ve Türkiye arasındaki eski dostluk izleri Atatürk’ün elçiliğimizdeki özel odasında da belliydi. Ayrıca yine o dönem iki devlet arasında özel bir ekonomik iş birliği vardı. Sovyetler Birliği, Türkiye’de birkaç sanayi tesisi inşa etti. Hatırladıklarım arasında; İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Kombinesi, TÜPRAŞ İzmir Aliağa Rafinerisi, Arpaçay Barajı, Çukurova Cam Fabrikası, Adıyaman ve Nevşehir’de tekstil fabrikaları vardı. Ayrıca Artvin, Kayseri ve Denizli gibi şehirlerde de benzeri inşalar oldu. O dönem katıldığım bir toplantıda büyükelçimiz iki devlet arasındaki ticaret hacminin 250 milyon dolar civarında olduğunu söylemiştir. Bugün ise 60 milyar dolardan fazla bir ticaret hacminden bahsediyoruz. Şu an Rusya’nın ticaret hacminde Türkiye aşağı yukarı ikinci sırada. Gelecek yıllarda bu ticaret ilişkilerinin daha da gelişeceğine inanıyorum.
Selime Turğut: Türkiye'de birçok şehirde bulunundunuz ve görev yaptınız. Özellikle Trabzon’daki görevinizde sizi en çok etkileyen olay veya kriz neydi?
Halikov: Türkiye’de İstanbul’dan sonra Trabzon’a taşındım. İstanbul’daki hareketli yaşamdan sonra Trabzon bana bir sanatoryum gibi geldi. Tenha, güzel, temiz hava, serin ve Karadeniz kıyısındaydı. Rusya, Karadeniz’i sıcak deniz olarak kabul ediyor. Türkiye için kuzey denizi ve en soğuk deniz. Türkler, denize girmek için Ege ve Akdeniz’i tercih ediyorlar. 1993 ve 1995 yılları arasında Trabzon Başkonsolosluğu’na atandım. Burada Sovyet vatandaşlarının sorunlarıyla ilgileniyorduk. Bu dönemde net olarak hatırladığım bir olay var. Biliyorsunuz o dönemler Rusya’nın Kafkasya bölgesinde olaylar oldu. Birgün büyük agresif bir grup, aşağı yukarı 10-15 kişi, konsolosluğa geldi. Tesadüfen başkonsolosumuz İbrahimov Sohrab Mirkazanfar intikal etti oraya. Kendisi Azerbaycan Türküydü. Sohrab Beyin babası Azerbaycan’ın eski müftülerindendi, bu makamda görev almıştı. Sohrab Bey önemli bir aileden geliyordu. Ben orada ona yardım ediyordum. Başkonsolosumuz ile o grupla konuştuk, başkonsolosumuzun Müslüman olduğunu anlayınca agresif grup sakinleşti ve çok şaşırdı. Ben de Türkçe biliyordum. Onlarla Türkçe konuştum ve o grupla dostça ayrıldık.
Trabzon’da çalışırken Soçi’den birkaç feribot geliyordu. Bu feribotlardan bir tanesi kullanarak, ismi Avrasya Feribotydu, görevimi tamamladıktan sonra taşındım. Soçi’ye kadar bana bir görevli eşlik etti. Çok büyük bir feribottu. 1995 ocak ayının son günlerinde Soçi’den sonra Moskova’ya döndüm.
Trabzon doğal bir güzelliğe sahip bir şehir. Sümela Kilisesi turistik ve önemli bir yer. Sonra I. Dünya Savaşında Rusya’nın silahlı bir karargâhı olmuş Trabzon’da. Yine I. Dünya Savaşından önce Trabzon’da sekiz başkonsolosluk varmış. Aralarında İran, Rusya, bazı Arap devletleri ve batı devletleri bulunmuş. Transit ve çoklu transit yolu olan önemli bir şehir Trabzon.
Selime Turğut: 1980’li yıllarda Türkiye’de görev yaparken halkla veya yetkililerle kurduğunuz özel ilişkiler oldu mu?
Halikov: Tabii, Tabii ki… Türkler çok misafirperver insanlar ve beni her zaman kabul edip bana saygı duydular. Bazen bana “Siz Türklerden misiniz?” diye sorarlardı. Ben ise “Siz Türklerdensiniz, biz hakiki, gerçek Türkleriz. Biz Ural Dağlarından, Altay Dağlarından geldik” diyerek esprili bir yanıt verirdim. Onlar da bana “Haklısınız Reşat Bey. Biz buraya geldiğimizden beri birçok ırkla birleştik” derlerdi. Böyle ilginç diyaloglarımız oluyordu. Türkler, Sovyetler Birliği Sefaret mensuplarına her zaman saygılı oldular ve onları saygıyla karşıladılar.
Selime Turğut:Türkiye’de yaşadığınız dönemde sizi zorlayan diplomatik krizler ya da unutamadığınız olaylar oldu mu?
Halikov: Tabii, Tabii ki… Türkler çok misafirperver insanlar ve beni her zaman kabul edip bana saygı duydular. Bazen bana “Siz Türklerden misiniz?” diye sorarlardı. Ben ise “Siz Türklerdensiniz, biz hakiki, gerçek Türkleriz. Biz Ural Dağlarından, Altay Dağlarından geldik” diyerek esprili bir yanıt verirdim. Onlar da bana “Haklısınız Reşat Bey. Biz buraya geldiğimizden beri birçok ırkla birleştik” derlerdi. Böyle ilginç diyaloglarımız oluyordu. Türkler, Sovyetler Birliği Sefaret mensuplarına her zaman saygılı oldular ve onları saygıyla karşıladılar.
Selime Turğut: Türkiye’de yaşadığınız dönemde sizi zorlayan diplomatik krizler ya da unutamadığınız olaylar oldu mu?
Halikov: Hatırladığım kadarıyla olmadı. Bir yere gittiğimde bir sorunla karşılaştığımda hemen yardım ederlerdi. Türkiye’de birçok şehirde bulundum ve bu saygı bana daima gösterildi.
Selime Turğut: Türk diplomasi kültürü ile Rus diplomasi kültürü arasında ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?
Halikov: Aşağı yukarı I. Dünya Savaşına kadar Çarlık Rusya ve Osmanlı Devleti en büyük ve en etkili devletler arasında olmuştur. Bu yüzden iki devlet arasında pek fark olduğunu düşünmüyorum. Her iki devletin diplomatları çok kültürlü ve görgülü, işi bilen dünya diplomatlarından olmuşlardı. Diğer devletler bu diplomatlara saygı gösteriyor.
Selime Turğut: Türkçeyi nasıl öğrendiniz? Size göre Türk dili, diplomasi dilinde ne tür avantajlar sağlıyor?
Halikov: Türk dilleri eskiden diplomat dili olarak kabul ediliyordu. Çarlık Rusya, Doğu Devletleri ile ilişki kurduğunda Türk dili, Tatar dili ve diğer Türk dillerine çok ihtiyaç duyulmuş ve diplomaside bu diller kullanılmış. Doğu devletleri ile ilişkilerde Türk diline büyük önem veriliyor. Rusya’da birçok üniversitede Türk dili öğretiliyor. St. Petersburg Üniversitesi Şark Fakültesi’nde, Moskova Devlet Üniversite’sinde büyük bir Doğu ve Afrika Devletleri Enstitüsü bulunmaktadır. İlk kez Türk dili eğitimini Doğu ve Afrika Devletleri Enstitüsü’nde aldım. Dışişleri bakanlığında Gregory Aleksandrov diye bir hocam vardı. O bana Türkçemin çok iyi olduğunu söyleyip bana atasözleri öğretmeye başladı. Ondan çok ilginç kelimeler öğrendim. Öğrendiğim bazı kelimeleri Türkler bile bilmiyor. Osmanlı Devleti zamanında kullanılan kelimeler bunlar. Ayrıca akrabalarımdan biri Başkurdistan Üniversitesi’nde ünlü bir profesördü. O, Başkurdistan dil gramerini yazdı ve kitapları bana hediye etti. Bu kitapları gözden geçirdikten sonra Türkiye’de çalıştığım dönemde, TDK’ ya bağışladım. Biliyorsunuz TDK, Büyük Atatürk döneminde kuruldu. Bu olay da benim için önemli ve ilginçti.
Selime Turğut: Çernobil nükleer felaketi sonrası görevlendirilen diplomatlardan biriydiniz. Bu görev sizin için ne ifade ediyordu?
Halikov: Türkiye’den döndükten sonra tesadüfen Türkiye’de çalışan ünlü bir diplomatın oğlu ile tanıştım. O diplomat Nikita Semyonoviç Rıjov idi. Babası Türkiye’de yaklaşık on yıl çalıştı. Büyük ve değerli bir diplomattı. Bundan sonra Rıjov, beni kendi yardımcısı olarak dış işlere davet etti ve bir süre Atom Enerji Bakanlığında çalıştım. O sırada bazı heyetler kuruldu. Bir heyet ise Amerika’nın kurduğu atom kurulu heyetiydi. Atom Devlet Komitesi’nde Amerikalı heyete, Çernobil’de refakat ettim. Yıkılan 4.blok, likidatörlerin kahramanca çabalarıyla “sarkofag” kapatılmıştı. Pripyat şehri tamamen boşaltılmış, hayalet bir kente dönüşmüştü. Amerikalı bilim insanları, yapılan temizliği ve alınan önlemleri övdü. Tüm ziyaretçilere dozimetre verildi. Bu ziyaret, nükleer felaketin boyutlarını yakından anlamamı sağladı. Çernobil’deki hatalar tespit edildi ve bu hatalar düzeltilerek yeni projeler yapılıyor.
Selime Turğut: Pakistan ve Türkiye ilişkilerini değerlendirebilir misiniz? Yakın bir gelecekte Pakistan ve Hindistan arasında çıkacak olası bir savaşta Türkiye, Pakistan'ın yanında olacağı öngörülüyor. Türkiye ve Hindistan arasındaki ilişki bozulması durumunda Rusya'nın duruşu ve tepkisi sizce nasıl olur?
Halikov:Pakistan, Hindistan ve Türkiye üçgeninde öncelikle şunları kaydetmek istiyorum. Bana diplomatik görevlerim sırasında iki devlet arasında tercih yapmam istendi: Pakistan ve Türkiye. O sırada bana Ekonomi Geliştirme Bakanlığından da teklif vardı. Ben ise Başkurdistan Temsilciliğinde çalışıyordum. Aynı zamanda Dış İlişkiler Ekonomi Bakan yardımcısıydım. Sonra dış işleri bakanlığında bakanla görüşme fırsatım oldu ve ona nereyi tercih etmem gerektiğini sordum. Onu yanıtı, Pakistan oldu. Türkiye’ye ihanet ettim(gülerek) ve Pakistan’a gittim. O dönem ünlü bir diplomat Pakistan’da Türkiye’nin büyükelçisiydi: Kurtuluş Taşkent. Taşkent bana, Pakistan’da kültürel hiçbir aktivite olmadığını, bölgedeki kültür merkezinin Türk sefaretinin olduğunu ve sefarette gerçekleşen her aktiviteye davet edileceğimi söyledi. Dediği gibi de oldu. Çok enteresan bir görevdi. Pakistanlıları da sevdim. Onları bize yakın milletlerden biri olarak kabul ettim. Çünkü Pakistan’da çok milletli bir devlet. Hindistan da öyle. Hatta Hindistan’da Müslüman sayısı daha fazla. Bu iki devlet barış içerisinde yaşamalı, bunu da arzu ediyorum. Kardeşler arasında küçük kavgalar her zaman olur. Atoma sahip bu iki devlet mecburi olarak barış içerisinde yaşamak zorundadır. Ayrıca bunu da söylemek istiyorum, kardeşim Raşit Halikov, onun ilk dili Hindi diliydi. Hindistan Cumhuriyeti'ndeki Sovyet Rusya Büyükelçiliği'nde çalıştı. Daha sonraki yıllarda kardeşim New York ve Cenevre'de çalıştı. Birleşmiş Milletler ’de genel sekreterlik ve Gumanitarium ofisinin başkanlığını yaptı. Kardeşimin ilk iş gezisi Hindistan diğeri ise Türkiye’ydi. Moskova’ya döndüğü zaman ben Moskova’dan ayrılıyordum. O Moskova’dan ayrıldığında, ben Moskova’ya dönüyordum. Bu nedenle çok az görüşüyorduk ama tatillerimizde çok sık görüşürdük. Ne yazık ki Covid-19 hastalığından çok etkilendi. Yoğun iş hayatından dolayı da bedeni daha da yoruldu. Geçen yıl bu dünyaya veda etmek zorunda kaldı. Allah rahmet eylesin, geçen yıl 1 Nisan’da bu nur dünyadan ayrıldı. Türkiye, Hindistan ve Pakistan ilişkisini kardeşimle olan ilişkim gibi, bu yüzden barış içerisinde yaşamlarını arzu ediyorum.
Selime Turğut: Kariyeriniz boyunca sizi en çok onurlandıran ödül veya teşekkür hangisiydi ve neden?
Halikov: Çok enteresan bir soru. Ben çalıştığım süreçte çok teşekkür sözleri duydum. Diplomat olarak çok ilginç bir olay yaşadım. Ben çalışırken İzmir’den bir Türk vatandaşı tesadüfen benim Başkurt milletinden olduğumu öğrenmiş. Bana bir hadise anlattı. Babası, Başkurdistan’da gelen bir Rus askeri, Birinci Dünya Savaşında Avusturya cephesinde savaşırken Osmanlı Devleti’ne esir düşmüş. Babası burada yaşamaya başlamış. İzmir’de evlenmiş. Oğullarından biri ABD vatandaşı olmuş, diğeri ise Türkiye’de kalmış. Türkiye’de kalan babasından tüm Başkurt adet ve kültürünü öğenmiş. Babasından Başkurdistan’ın anavatanı olduğunu öğrenmiş. Benim Başkurdistan’la bir Sovyetler Birliği diplomatı olduğumu öğrenince, benimle görüşmek istemiş. Tanıştıktan sonra benimle büyük bir duygusal bağ kurdu. Sık sık beni ziyarete geliyordu. Beni vefat eden babasına benzetiyordu ve öylece bana bakıyordu. Onun için büyükelçilerle görüştüm. Başkurdistan’da hala yaşayan akrabaları varmış. Büyükelçi ile görüştükten sonra ona Vatan Teşkilatından davetiye mektubu hazırlattık. Ufa’ya gitmek zor olduğu için akrabaları ile Moskova’da görüştüler. Şu anda o kişi vefat etmiş olmalı. Bu olay benim için çok önemliydi. Onun minnettarlığı benim için en iyi ödüldü.
Selime Turğut: Başkurdistan’ı Moskova’daki temsilcilerinden biri olmak ne tür bir sorumluluk duygusu yaratıyor sizde?
Halikov: Aşağı yukarı 1995’ten beri Başkurdistan temsilciliğinde çalışıyorum. Nisan ayında 30 yıl oldu. Başkurdistan temsilciliğinde çalışmak benim için çok önemli. Kendi milletime hizmet etmek şereftir. Gurur duyuyorum. Şu an hem dış ilişkiler bakanlığında hem de kendi cumhuriyetimin temsilciliğinde çalışıyorum. Gelecek yıl 80 yaşında olacağım. Benim ve Başkurdistan’ın doğum günü aynı gün 23 Mart. İnşallah daha çok çalışabilirim.
Selime Turğut: Sizce bugün Türkiye–Rusya ilişkileri nasıl bir dönemeçten geçiyor? Geleceğe dair umutlu musunuz?
Halikov: Türkiye ve Rusya köklü devletler. İlişkileri de öyle köklü. Geleceğe dair umutluyum. Rusya ve Türkiye ilişkilerinin daha da iyi olacağını düşünüyorum. Teşekkürler.
Rişat Beyle yaptığımız söyleşide her cümlede bir hatıra, her kelimede bir yolculuk gizliydi. Sadece bir diplomat ile değil, aynı zamanda bir çağın ruhunu da dinledik. Türkiye ile kurduğu bağı, Başkurdistan’dan dünyaya açılan yolu, yaşadığı krizler ve kurduğu dostluklar; tüm bunlar sadece devletler arasında değil, insanlar arasında da bir köprü kurduğunu bize gösteriyor. Sayın Halikov’a zamanı, sesi ve içtenliği için gönülden teşekkür ederiz. Dilerim bu söyleşi yeni kuşaklara bir ilham ve kolektif hafızaya bir katkı olur. ENP Haber olarak, diplomasi tarihinin bu önemli tanığını sizlere taşıdığımız için gurur duyuyoruz. Bir sonraki özel röportajda buluşmak dileğiyle… Veda ederken, kendisinin sözüyle bitirmek isterim:
Rişat Nurahmanoviç Halikov: “Yakın komşu, uzak akrabadan daha iyi ve daha güzeldir.
Selime Turğut /ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: