İlmin Kapısında Nöbet Tutan Bilge Nesil
Hz. Ali’den Hacı Bektaş’a Alevilik ve Türk Kültürel Kodları
Aleviliğin kökenleri üzerine düşünürken, sadece dini değil, aynı zamanda kültürel ve felsefi bir mirası da irdelemek gerekir. Bu yazıda, Hz. Ali'nin “ilmin kapısı” oluşundan yola çıkarak, Hacı Bektaş-ı Veli'den İmam Maturidi’ye, Nasreddin Hoca’dan Ahî Evran’a uzanan bir irfan zincirini takip edeceğiz. Tüm bu isimler, Türk-İslam kültüründe ateşin, nurun ve adaletin taşıyıcısı olmuşlardır.
Hz. Ali ve Ateş Sembolizmi Arasında Köprüler
Hz. Ali, İslam tarihinde sadece bir halife değil, bir bilgelik kapısı olarak görülür. “Allah-Muhammed-Ali” üçlemesiyle temsil edilen nur zinciri, Alevi inancının temel direklerinden biridir. Ali’nin taşıdığı nur, Anadolu’da “alev” ile simgelenir. Ateşin bu anlamı, eski Türk inançlarında da kutsaldır. Şamanizm'de ateş arındırır, birleştirir ve yol gösterir. Bugün Alevi cemlerinde mumların yakılması ve semahların ateş çevresinde dönmesi bu kültürel sürekliliğin bir göstergesidir.
İlmin Kapısı: Bilgi ve Cesaretin Buluştuğu Yer
Hz. Muhammed’in “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır” sözü sadece mecazi değil; felsefi ve mistik bir manifestodur. Ali’nin hem bilge hem savaşçı kimliği, Anadolu Aleviliğinde ideal insan modeline dönüşmüştür. Bu metafor, Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi Anadolu evliyalarında da görülür. Her biri “kapı”dır. Kapıdan geçmek, bir dönüşüm ve ahlaki yükselişin işaretidir.
Hacı Bektaş-ı Veli: Horasan'dan Anadolu’ya Nurun Taşıyıcısı
Hacı Bektaş-ı Veli, sadece dini bir önder değil, kültürel bir inşaacıdır. “Eline, beline, diline sahip ol” ilkesi, Türk töresi ile İslam ahlakının buluşma noktasıdır. Onun dergâhı, sadece dua değil; eğitim, paylaşım ve insan yetiştirme merkezidir. Ali’nin kapısı neyse, Bektaş’ın dergâhı da odur.
Tapduk Emre, Karacaahmet ve Ahî Evran: Zincirin Halkaları
Tapduk Emre'nin öğrencisi Yunus Emre’nin yıllarca odun taşıması, Ali’nin kapısında ilim talep eden dervişin Anadolu’daki izdüşümüdür. Ahî Evran ise, ticaretin etikle buluştuğu noktadır. Ahilik, Ali’nin adalet anlayışının şehir yaşamına uyarlanmış hâlidir.
Karacaahmet Sultan ise İstanbul’un manevi bekçisi, Alevi inanç sisteminde önemli bir ocak sahibi ve halkın nezdinde dualarla anılan ulu bir zattır. Anadolu’ya Horasan’dan gelen Karacaahmet, özellikle İstanbul Üsküdar’daki tekkesiyle halk sağlığı, şifa ve koruma dualarıyla bütünleşmiştir. Mezarlık yanında bulunan türbesi, yüzlerce yıldır ziyaret edilmektedir. Karacaahmet’in isminin “ahiret kapıcısı” veya “ölüm sonrası yol gösterici” anlamlarında halk arasında yorumlanması, onun Hz. Ali’nin ilmin kapısı oluşuyla ruhani düzlemde paralel bir sembol taşıdığını gösterir. Aynı zamanda cem törenlerinde onun adına da gülbanklar okunur, dualar edilir. Bu da onu Anadolu Aleviliğinin canlı ocaklarından biri hâline getirir.
Hacı Bektaş’ın Mahkeme Savunması: Hakkın Terazisi
Rivayet edilen mahkeme savunmasında Hacı Bektaş şöyle der: “Hakkımda hükmü siz değil, Hakk verir.” Bu cümle, Hz. Ali’nin adalet anlayışını doğrudan yansıtır. Hukukun sadece kural değil, vicdan işi olduğunu gösterir. Bugün bile Alevi toplumunun hukuk algısında bu anlayış canlıdır.
Horasan Erenleri: Ateşin Taşıyıcıları
Horasan’dan gelen dervişler, ateşi bilgiyle birleştirdi. Ateş burada hem nurun hem de irfanın sembolüydü. Ocak kültürü, sadece soy bağı değil; bilgi ve hizmet aktarımının sembolüdür. Ateşin sönmemesi hem aile hem toplum hafızasının sürmesi demektir.
Cem, Semah ve Işık Kültü
Semah dönen canlar, kainatın ritmine katılır. Her dönüş, bir yıldızın nuruna benzer. Nur-u Muhammedi ve Nur-u Ali anlayışı, ışığın sadece fiziksel değil, ruhsal bir kaynağa sahip olduğunu vurgular. Semah, içsel arınmanın ve evrenle uyumun bir dansıdır.
Nasreddin Hoca: Mizahın İçindeki Hakikat
Nasreddin Hoca, bazı kaynaklara göre Ahî Evran’ın bir halk kimliğidir. Moğolların istilası döneminde, mizahı bir direniş biçimi olarak kullandığı söylenir. Celaleddin Rumi’nin sarayla yakın ilişkileri halkta eleştirilirken, Nasreddin tersine eşeğine ters binip düzene karşı çıkar. Fıkralar, birer sosyal eleştiri metnidir.
İmam Maturidi: Töreyle Yoğrulmuş Bir Akıl İnşası
İmam Maturidi, aklın vahye eşlik edebileceğini söyleyen ilk büyük Türk alimidir. Ona göre din, töreyle çatışmaz. Akıl, imanın teminatıdır. Bu anlayış, Alevilik dahil Anadolu’daki birçok tasavvufi akımın temelinde vardır. Maturidilik, Arap coğrafyasındaki katı yorumlara karşı Türk'ün vicdan merkezli duruşunu temsil eder.
Nurun İzinde, Töreyle Yoğrulmuş Bir Yol
Hz. Ali’den yola çıkan bu irfan yolculuğu, yalnızca bir dinî takip değil, aynı zamanda bir halkın akıl, ahlak ve adaletle ördüğü büyük bir içsel devrimdir. Bu yolculuk; Horasan'dan Anadolu'ya uzanan, kervan kervan bilgiyle, inançla, dirayetle taşınan bir mirasın hikâyesidir. Hacı Bektaş’ın dergâhında yoğrulanlarla, Ahî Evran’ın ahlâk terazisinde tartılanlarla, Maturidî'nin aklıyla donanıp Nasreddin Hoca’nın fıkrasına gülümseyenlerin ortak potasında pişmiş bir milletin kimlik dokusudur bu.
Bu yazı, yalnızca Hacı Bektaş Veli’nin adalet anlayışını, Maturidî’nin vicdanla harmanlanmış aklını, Nasreddin’in tebessüm altına gizlenmiş eleştirisini anlatmaz. Bu yazı, bir halkın önce nura bakmayı, sonra o nurun içine yürümeyi göze aldığı bir çağrıyı hatırlatır.
Çünkü bu toprakların irfanı, yalnızca medreselerde, tekkelerde, dergâhlarda değil; tarlada iz süren çiftçide, ahşaba ruh veren ustada, destan yazan kadında ve çocuklara doğruyu öğreten dedede de yaşar. Töreyle yoğrulmuş her davranış, bu irfanın ete kemiğe bürünmüş halidir.
Bugün “aydınlık” dediğimiz şeyin, yalnızca elektriğe değil, ahlaka, yalnızca görünene değil, gönülde yankılanana dair olduğu unutulmuşken; biz hâlâ Hz. Ali’nin kapısına saygı duyanlardanız. O kapının önünde eğilirken, yalnızca bilgiye değil; aynı zamanda adil olma sorumluluğuna baş koyanlardanız.
İşte bu yüzden bu metin, bir geçmiş anlatımı değil, geleceğe tutulmuş bir irade aynasıdır.
Çünkü bu yol; bir milletin töreyle yoğrulmuş, ama vicdanla parlatılmış büyük yürüyüşüdür.
Bu yolculuk, yalnızca geçmişin büyüklerini değil; geleceğin bilge nesillerini de çağırıyor. “İlmin Kapısında Nöbet Tutan Bilge Nesil I ve II” başlıklı yazılarımda da anlattığım gibi, bugün bilgiye ulaşmak değil; onu doğruyla, adaletle, töreyle birleştirmek en kıymetli olandır. Hz. Ali’nin “ilmin kapısı” olması, sadece bireysel bir sembol değil; tüm bir irfan halkasının, tarihin içinden süzülen aklın ve vicdanıyla yön bulan toplulukların yeni nesiller için açacağı kapının adıdır.
Burak Bozkurtlar / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: