15 gün önce, dostlarımla birlikte Ankara’dan başlayıp Şanlıurfa Halfeti üzerinden Van’a, oradan da İran’ın sınır şehri Urumiye’ye doğru uzun bir yolculuğa çıktım.
1978-1982 yıllarında Türkiye’nin Urumiye Başkonsolosluğunda ataşe olarak görev yapmış bir eski diplomat olarak, bugün geldiğim noktada şunu gördüm: İran, değişmiş ama temelde aynı.
Eskiden virajlarıyla meşhur, yavaş ve tehlikeli olan yollar, modern tünellerle güvenli ve rahat hale gelmiş.
Kentler büyümüş, nüfus artmış. Urumiye’nin 200 bin olan nüfusu bir milyonu aşmış. Bahçeli küçük evlerin yerini çok katlı apartmanlar ve lüks villalar almış.
Bend semti, eskiden mesire yeri iken bugün elit konutlar ve restoranlarla dolu.
Hayat burada Türkiye’ye göre çok daha ucuz. Benzin bir lira bile değil, kaliteli ekmek, taze meyve ucuz. 4 kişi lüks bir restoranda yemek, Türkiye şartlarında asla böyle bir fiyata mümkün olmaz. Taksi ve Uber ekonomik. Eğitim ve sağlık ücretsiz, 3 üniversite var. 1000 dolar aylık gelirle konforlu bir yaşam sürmek mümkün.
Kadınlar özgür ve güçlü. Başörtüsü zorunluluk olmaktan çıkmış, genç kadınlar özgürce yaşadığını söylüyor. Aile içinde sözleri geçiyor, sosyal hayatta varlar.
İran’da nüfusun yarısı Türkçe konuşuyor; Azerbaycan Türkleri siyasette ve ticarette etkin. Tarihten bugüne taşınan kültürel ve dilsel zenginlik, bugün siyasi gerçeklerle birleşiyor.
Amerikan ambargosu İran ekonomisine ağır darbe vurmuş, otomobil piyasası eski araçlarla dolu. Ambargo ABD’ye 3 trilyon dolar zarar getirmiş. Ticari akıl er ya da geç ambargoyu kaldıracak diyor.
Bunlar bana gösterdi ki, coğrafya kader değildir. İran değişiyor, dönüşüyor ama kendi içinde var olan gerçekler ve dayanışma devam ediyor. Bölgeye dair gerçekçi bakmak, sahadan alınan bilgileri doğru değerlendirmekle mümkün.
Urumiye’den aldığım ders, dünyayı sadece medyanın gösterdiği çerçeveden değil, doğrudan yaşanmışlıktan okumak gerektiği.
Vahit Özdemir / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: