Soğuk Savaş’ın İdeolojik Çatışması ve Karmaşık İttifakın Perde Arkası
Türkiye İslamcılığının NATO’ya bakışı, basit dostluk ya da düşmanlık meselesi değildir. İlişkiler, tarih boyunca ideolojik, stratejik ve toplumsal katmanlarda şekillenmiş, yüzeydeki tek boyutlu anlatıların çok ötesinde karmaşık yapıya dönüşmüştür.
Bir önceki “Tatbikat Gölgesinde Türkiye’ye NATO Kuşatması” başlıklı makalemde bahsettiğim gibi NATO’nun “immediate response” adıyla duyurduğu ve sekiz NATO ülkesinin katılımıyla gerçekleştirilen son askeri tatbikat, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine bağlı kurumlar tarafından NATO tatbikatı olmayıp, yüzeyde sıradan askeri işbirliği gibi sunulsa da, derinlemesine incelendiğinde Türkiye’yi doğrudan hedef alan çok katmanlı stratejinin parçası olarak öne çıkan karmaşık yapıyı doğru anlamadan Türkiye’nin jeopolitik gerçekliğini kavrayamazsınız.
NATO, Türkiye için sadece askeri ittifak değil; aynı zamanda ideolojik kuşatma, kimlik mücadelesi ve ulusal güvenlik paradigmasının merkezinde yer alan güç odağıdır.
Türkiye İslamcılığının NATO Algısında Tarihsel Çeşitlilik ve Çelişkiler
Türkiye İslamcılığı, Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında NATO’ya karşı tekdüze tavır takınmamıştır. Dönemin İslamcı dergilerde ve söylemlerde görülen çeşitlilik, tutumun ne denli çok katmanlı olduğunu gözler önüne serer. Popüler anlatımlarda ya “NATO’ya karşı keskin Batı düşmanlığı” ya da “NATO’nun sadık müttefiki” olarak iki uç iddia öne sürülür.
Ancak gerçek, iki uç arasında gidip gelen, karmaşık ve çoğu zaman çelişkili ilişkiyi işaret eder. Türkiye İslamcılığı, NATO’yu bazen “dinlerin dinsizliğe karşı ittifakı” olarak kutsarken, bazen de emperyalist kuşatma aracı olarak görülen ikilem, Türkiye’nin hem Batı’ya hem de kendi kimliğine dair derin sorgulamasının yansımasıdır.
1950-60’larda Din, Medeniyet ve Devlet Üçgeninde NATO
1950’ler ve 60’ların ilk yarısında Türkiye İslamcılığı, NATO’yu “medeniyetin kalesi” ve “hür dünya cephesi” olarak yücelttiği dönemde NATO, İslamcı söylemde ehl-i kitab kavramı üzerinden dini meşruiyet kazanmış, anti-komünizm ise medeniyetin standardı olarak kabul edilmiştir.
Ancak yüceltme, milliyetçi devletçilikle iç içe geçmiş, özellikle Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş hareketinde NATO üyeliğinin devam etmesi, Sovyet tehdidine karşı zorunluluk olarak görülmüştür. Burada dikkat çekici olan, Türkiye İslamcılığın bu dönemde Batı’yı kutsarken aynı zamanda kendi milli çıkarlarını da koruma çabasıdır. Bu, yüzeydeki sadakat söyleminin altında yatan karmaşık stratejik hesaplaşmadır.
Johnson Mektubu: İhanetin ve Dönüşümün Kırılma Noktası
1964’te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın Türkiye’ye gönderdiği mektup, Türkiye İslamcılığında derin hayal kırıklığı yaratmıştır. Kıbrıs meselesinde ABD’nin Türkiye karşıtı tutumu, Batı ittifakına duyulan güveni sarsmış, İslamcıların NATO’ya bakışını kökten sorgulamalarına yol açmış ve Türkiye İslamcılığının anti-emperyalist ve “üçüncü yol” arayışlarını tetiklemiştir.
Arap ve Hint alt-kıtasından gelen İslamcı metinlerin tercümesiyle yeni ideolojik formasyon, milliyetçilikten ve devletçilikten uzaklaşarak İslam’ı anti-kolonyal siyasal proje olarak konumlandırmıştır. Böylece Türkiye İslamcılığı, NATO’ya karşı eleştirel ve alternatif perspektif geliştirmiştir.
Araçsalcılık ve Anti-Emperyalizm: İki Yüzlü İttifak
1960’ların ortalarından Soğuk Savaş’ın sonuna kadar Türkiye İslamcılığının NATO’ya yaklaşımı, iki temel eksende şekillenmiştir: araçsalcılık ve anti-emperyalizm. NATO, Sovyet tehdidine karşı zorunlu araç olarak görülürken, aynı zamanda emperyalist yapı olarak reddedilmiştir.
Bu çelişkili tutum, Türkiye İslamcılığının NATO’yu kullanma ve eleştirme stratejisinin göstergesidir. Nurcuların ehl-i kitab söylemini sürdürmesi, ikili yaklaşımın dini meşruiyet zeminini oluşturmuştur. Ancak ikilik, Türkiye’nin uluslararası siyasetteki karmaşık konumunu da yansıtır; ittifaklar geçici, çıkarlar ise kalıcıdır.
Peki Öyleyse Gelelim Asıl Soruya;
- Necmettin Erbakan, Nato'cu muydu?
- Türkiye'de NATO kuşatmasında Erbakan da "görev" aldı mı?
Necmettin Erbakan ve “İslam NATO’su” Paradoksu
Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan, içinde nelerin barındırdığını tam olarak nelerin barındırdığını bilemediğimiz “İslam NATO’su” modeliyle Türkiye İslamcılığında yeni sayfa açmaya çalışmıştır. Bu model, İslam dünyasının Batı ve Doğu bloklarından bağımsız, kendi çıkarlarını koruyacağını iddiasıyla neredeyse birebir benzer ittifak önerir.
Ancak bu öneri, Batı’nın uluslararası sistemini eleştirirken bile onun düşünsel kalıplarını içselleştirmiştir. “İslam Birleşmiş Milletleri”, “İslam dinarı” ve “İslam Ortak Pazarı” gibi projeler, NATO’ya alternatif gibi görünse de aslında onun paradigmasını yeniden güncelleyerek tekrar etmesi, Türkiye Tipi Siyasal İslamcılığının özgünlük iddiasının ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunu göstermektedir. Bu zayıflık NATO kuşatmasına yardım etmiş olabileceği yönünde şüpheler doğurmuyor da değil !
Türkiye İslamcılığı, NATO ve Milli Güvenlik: Sinsi Oyunlar
Günümüzde Türkiye Tipi Yeni Siyasal (TTYS) İslamcılığının NATO’ya yönelik tutumu, milli güvenlik ve uluslararası güç dengeleriyle iç içe geçmiş karmaşık stratejik oyundur. TTYS İslamcılığın hem müttefik hem de karşıt pozisyonları, Türkiye’nin jeopolitik konumunu ve ulusal çıkarlarını doğrudan etkiler.
Bu nedenle, Türkiye’nin NATO ile ilişkisini sadece askeri ya da ideolojik mesele olarak görmek büyük yanılgıdır. Bu ilişki, Türkiye’nin kimlik, egemenlik ve güvenlik meselelerinin kesiştiği kritik alanı temsil eder. TTYS İslamcılığın NATO’ya dair söylemlerindeki dönüşümler, aslında Türkiye’nin uluslararası siyasetteki yerini ve kimliğini yeniden tanımlama çabasının parçasından başka birşey değildir.
Türkiye’nin Geleceği İçin Kritik Eşikteyiz
Türkiye’ye özel TTYS İslamcılığının, NATO ile ilişkisi örtülü ittifaklar ve gizli planlarla dolu labirentin içinde Türkiye’nin egemenlik hakları, milli güvenliği ve toplumsal bütünlüğü ciddi tehdit altındadır. Okuyucuların karmaşık gerçeklikleri sorgulaması, bilinçlenmesi ve milli çıkarlar doğrultusunda ortak duruş geliştirmesi artık zorunluluktur.
Türkiye’nin geleceği, sinsi oyunları fark etmek ve karşı durmakla mümkün olacaktır. Unutulmamalıdır ki, gerçek güç, ancak bilinçli, kararlı ve uyanık halkın elindedir. Her birey ve toplum kesimi, içinde bulunduğum kritik dönemde uyanmalı, sorgulamalı ve milli çıkarlar için birleşmelidir.
Aksi takdirde, tarih tekerrür edecek ve Türkiye, kendi kaderini tayin etme hakkını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
SADİ ÖZGÜL / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: