Son dönemlerin en önemli konularından birisi de kuşkusuz laik Cumhuriyet’in bir kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an’ı Kerim’in Türkçe mealleri üzerinde kontrol veya denetim yapıp-yapamayacağı konusudur:
1.Laik bir devlet tanımı gereği hiçbir dinin hiçbir ilke ve ibadet biçimini düzenleyemez. Eğer seküler bir devlet, herhangi bir dinin ilkelerini, kutsal saydığı kitap ve ritüellerini ilkesel olarak kendince veya rasyonel ilkeler ışığında (veya bu iddia ile) tanımlamaya veya düzenleme hakkını kendinde görürse bu devlet artık Laik devlet değil, Bizantist Devlet niteliğine bürünmüştür. Sanırım buna literatür açısından hiç kimsenin kavramsal düzlemde itirazı olamaz.
2.Ancak yine bir devlet, kendi uyruğunda yaşayan insanların kendi beyanlarıyla inandıklarını deklare ettikleri kendi dinlerinin ve onun ahlak kurallarını bizzat kendileri alenen çiğneyemezler: Örneğin, bir dinin mensupları inandıkları Kurban İbadetini, insan kurban etme biçimine dönüştüremezler.
Kısacası laik bir devlette geçerli olan sosyal sözleşme gereği her dinin mensubu kendi dininin gereklerini yaşama hakkına ancak diğer inanç sistemlerini yok etmeden ve tüm insanlar için mer’i olan evrensel insan haklarını ihlal etmeden yaşamak durumundadır. Bu meyanda laik Cumhuriyetimizin kahir ekseriyetini oluşturan her Müslüman, kendi mukaddeslerini dünyevilikle kirletmemek ve kutsal kitabını bireysel çıkarları uğruna tahrif etmemek ve onun kutsiyetine halel getirmemek durumundadır.
Bu bağlamda laik Cumhuriyet’in bir kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an’ı Kerim’in Türkçe mealleri üzerinde kontrol hakkı değil, kontrol etme görevi bulunmaktadır. Bu durumda Diyanet ne yapmalıdır?
Devlet, Bizantist müdahaleci bir tutum ortaya koymadan (yani seküler bir devlet olarak doğrudan kendisi açısından düzenleyici bir hüküm koymadan) meallerin İslam ilim geleneğine uygun olabilmesi için nasıl bir tedbir alabilir? Sorusu bu yazımızın temel konusudur.
Devlet veya dolaylı olarak Diyanet, yasaklama içeren açık otorite kullanmaksızın yönlendirme yöntemlerini kullanarak ihtiyatlı biçimde düzenleme yapmak durumundadır.
Türkiye gibi laik ve dinî çoğulculuğa açık anayasal bir devlette, devletin meal yapımına doğrudan müdahale etmeksizin ifade ve inanç özgürlüğünü de koruyarak dolaylı bir stratejiyle süreci yönlendirebilir. Bunların başında akreditasyon konusu gelmektedir.
Toplum adına kamu otoritesi (burada Müslüman toplum adına DİB) meal yazıp yayımlamak isteyen kişi (ler) veya kurumların, belirli akademik ya da ilmî yetkinliğe sahip olmasını isteyebilir hatta kamu adına istemelidir. Her kitap için Kültür Bakanlığı ISBN ve Bandrol vermektedir. Kur’an meali için Kültür Bakanlığına yapılan başvuru sürecinde bu bakanlık yayımlama izni vermeden yazar veya yayınevinden, Diyanet İşlerinden bu meal çalışması ilişkin bir bilimsel akredite raporu isteyebilir: Bu raporu Diyanet Kurumunda teşkil edilen bir komisyon (Diyanet Kurumu/İlahiyat Fakültelerinde görev yapan bir uzmanlardan oluşmuş bir komisyon) vermelidir. Ve en son noktada yazar veya yayınevi tarafından yayınlanmak istenen bu meallere “bu Kur’an meali, gerekli çeviri standartlarını sağlamaktadır veya sağlamamaktadır” ibaresini koydurabilmelidir. Eğer söz konusu meal, Arap Dil ve Edebiyatının çeviri koşullarını sağlamıyorsa kesinlikle bu çalışmaya Kur’an-ı Kerimin Arapça orijinal kısmı hiç koydurmamalıdır. Sonuçta Diyanet “din bilimlerinde standartlar belirleyici bir kurum” işlevi görmelidir. Yani DİB, bazı mealleri “tavsiye dışı” ilan edilebilir. Veya bazı mealleri tamamen orijinal metinden mücerret olarak yayınlanmasına izin verebilir.
Özetle laik ve demokratik bir devlette, devletin resmî ideolojisinden inançsal olarak tamamen bağımsız olan bir bireyin, resmî ideolojiye uygun olmayan bir Kur’an meali çalışmasını yasaklamak doğru değildir. Çünkü bu yasaklama, ifade özgürlüğüne ve dinî alanda bireyin düşünce üretme hakkına açıkça aykırıdır. Ancak aynı laik devlet, mealleri “akredite olan/olmayan” biçiminde ya da “ehliyetli kişi tarafından yapılmış meal” olarak sınıflandırabilir. Kısacası Kur’an meali yazmak ve yayınlamak serbest olmalıdır. Ancak bir Kur’an-ı Kerim meal çalışması dinî ilimlerde yetkinlik ve dinî ilimlerde uzmanlık gerektiren bir iş olduğundan yazar veya yazarların tefsir yazabilme (en azından bir cüz’ tefsirle bunu kanıtlaması gerekir) kudretine haiz olmalarını beklemek kamu otoritesinin hakkıdır. Bu yüzden kamu adına DİB’in bu çalışmaları bilimsel açıdan (inançsal açıdan değil) denetlemesi bizzat görevidir. Tefsir yazabilme yetkinliği olmayan birinin bir Kur’an Meali yazabilmesi ilmen mümkün değildir. Ama bunun tam tersi ülkemizde klinik bir vakıadır. Dini istismar etmek isteyen (farklı gerekçelere sahip) din bezirganın sayısı hiç de az değildir.
Bu tür bezirganların mealleri genelde faraza 9 meali bir araya getirip 10.cusunu üretme biçimindeki eklektik çalışmalardır. Veya daha önce yayınlanmış bir din aliminin bir meal metni üzerinde yapılan bilgisayar tadilatlarıyla (dijital ekleme ve çıkarmalarla) bezirgana mal edilen meal çalışmaları olup artık iş istismar ve utanmazlık boyutundadır. Hatta bazıları da trajikomiktir: Kur’an’da geçen “dabbet-ül arz” terimini mobil teknik araçlar olarak niteleyen mi dersiniz. “Ebabil” terimini, develer sürüsü diye çeviren mi istersiniz. Besmeleyi yanlış çeviren mi ararsınız. Bin bir türlü hezeyanı Kur’an Meali adı altında bu millete dayatmanın önüne elbette Diyanet İşleri Başkanlığı geçmek zorundadır. Bu yüzden DİB “Kur’an-ı Kerim Meali Akredite Kurulu” oluşturmalıdır. Ve akredite edilecek meal yazacak kişilerden öncelikli olarak “30 cüz olan Kur’an’ın en az bir cüz’ü hakkında ilmî bir tefsir çalışması yapmış olması gerekir” şartı getirilebilir. Tefsir yazmamış kişilerin meallerini düşük kategoride değerlendirerek onlara “Kur’an Meali” adı verilmemelidir.
Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meallendirilmesinde ilmî ehliyetin ve bağlamsal derinliğin korunmasını temin etmek, meal çalışmasının tefsir geleneği ile irtibatını güvence altına almak ve topluma sunulan dini metinlerin içerik güvenirliğini artırmak son derece önemlidir. Bu yüzden din alanındaki ulum-u nakliyede mütehassis olmak elzemdir: Klasik tefsir kaynaklarıyla irtibatlı olmak (örneğin: Beydavî, Keşşaf, Tevilat-ul Kur’an, Taberî, Kurtubî, Râzî, Elmalılı Tefsiri) önemlidir. Ayetlerin nüzul bağlamına, dil ve kavram analizine yer verilmiş olması gereklidir. Ve bu meal en azından bir akademik “Bilimsel ve Etik Kurul” tarafından “yeterli” bulunmuş olması gerekir. Elbette ki Kur’an ayetlerine ilişkin akademik çalışmalar veya karşılaştırmalı analizler içeren meal çalışmaları içeren bilimsel yayınların denetlenmesi ise konumuzun dışında olduğu açıktır.
Prof. Dr. Münir Dedeoğlu / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: