Kim Senin Yasanı çiğnemedi ki, söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne ki, söyle?
Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödetirsen Sen,
Sen ile ben arasında ne fark kalır ki, söyle?
Hayyam’ın bu şiirinde hitap ettiği “sen” zamiri yerine herkes kendi gönlündeki müzmiri koyabilir. Ancak annesi de bir Türk olan Âmin Maalouf’un (Emin Malûf) “Semerkand” adlı romanının bu dizelerle başlamasının elbette özel bir anlamı olsa gerektir. Belki bu başlangıç Ömer Hayyam gençliğinde Semerkant’ta bulunmuş ve orada iken bu mısraları kaleme almış olmasına bir telmih olsa gerektir.
Bence Semerkand Emir Timur ve imam Maturidî demektir. Çünkü 14.yüzyılda belli bir gerilemeye maruz kalan Semerkand’ı kendisine payitaht yapmasıyla yeniden ihya olmuştur. Bu yeniden ihya harekatı Emir Timur’un âlim ve sanatkârları burada toplamasıyla başlamıştır. Halen mevcut olan tarihî abideler Onun ve torunlarının eserleridir. Şehrin o günkü görkemini tasavvur etmek için Bâbür Şah’ın hâtıratını okumak kafidir. Aslında Hint alt kıtasına İslam’ın ve Türklüğün remzini vuran Babür‘ün nice zamandır ihmal edilmesi (resmi Hint mahfillerce Mongol Kağanı olarak tanıtılmasına izin vermek) kendi medeniyetimiz adına affedilemez bir eksikliğimizdir.
Şehrin tam merkezinde görkemli anıt eserler ortasında adeta nutkum tutuldu. Bir anda 500 yıl önceye ışınlanmış gibi oldum. Ve şimdiki zamanı tamamen unuttum: Bir hayal üzre saatler geçirdiğim bu şehirdeki tüm ziyaretlerim sanki bir an gibi gelip geçti. Ama ne var ki zihnimde yüzlerce yıl yaşamış gibi anılar birikti. Bunların her biri müstakil bir yazı konusu olabilecek hususlar olduğu için şimdilik temas etmemeyi tercih ediyorum. Ve Emir Timur’un (r.aleyh) huzurundayım: Emir Timur askerinin başında tam 15 yıl boyunca bizzat seferde geçirmiş bir mücahittir. Hakkında lehte ve aleyhte birçok şeyler yazılmıştır. Bu nedenle bu yazılanların hiç birine ilişkin hiçbir yorumda bulunmayacağım. Çünkü bazan birini veya bir şeyi savunmak sanki o kişi savunulmaya ihtiyacı varmış hissini uyandırabilir ki biz sağlığında ve huzurunda imale-i kelam edemeyeceğimiz her bir büyüğümüzün gıyabında da bu edebi muhafaza ederiz.
Sonrasında İtikatta İmamımız olan İmam Maturidî ziyaret ettik. Bu konuda tek diyebileceğim ise İslam İtikadının Maturidî yorumuna tâbi her Müslümanın bu yüce bilgini ziyaret etmeye niyet etmesidir. Gitmeden önce başladığım “Tevilat-ul Kur’an” adlı tefsirin bilmem kaçıncı sayfasında birden “ya imam şimdilik tefsirin bize geldi belki bir gün bizde sana geliriz” dediğimi mirkad-i şerifinin başında anımsamam ben de “demek bu işler böyle oluyor” fikrinin tedai ettirdi…
Özbekistan seyahatinin son 3 günü Hîve’de (Khîve)geçti. Bu kentte sırlarla örgülü bir efsane içinde yaşıyormuş hissine kapılmamak mümkün değil. Ürgenç’e varıncaya kadar Türk tarihi boyunca daima yaşanan dahili çekişmelerin nasıl bizi esarete düşürdüğünü görmek de çok hazindi. Anladığım kadarıyla eğer tarihte şahsiyet bulan bir Türk kimliğinden söz etmek mümkünse bu milli benlik dışa doğru aksiyon içinde olmadığı zamanlarda (bu otoriter ve dönüştürücü gücünü) kendi içine dönmekte ve tahrip edici olmaktadır. Bu yüzden Türk kültürü daima aktif ve dışa dönük olmak zorunda gibi geliyor bana.
Sovyet ihtilâline kadar Türkistan Müslümanlarının önemli merkezlerinden biri olan Hîve’de 1924’ten sonra medreselerin tamamı ve camilerin büyük bir kısmı kapatıldığı gibi bu evrede fazla gelişemedi; buna karşın pamuklu sanayi merkezi olarak önemini daima korudu. Hive’de tuğlacılık, sütçülük ve halı dokumacılığı endüstrisi gelişmiştir. Hive, Ceyhun Nehri havzasında tesis edilmiş ticaret, ilim ve üretim merkezi olduğu gibi günümüzde de giderek önemi artmaktadır.
Özellikle 8. yüzyılda Türkistan Havzasının (Batılıların Orta Asya dedikleri bölgenin tamamı) İslamiyet’le şereflendikten sonra Hive, İslam kültürünün etkisiyle temeddün ettiği bilinmektedir. Özellikle Emir Timur’dan sonra İslam dünyasının daha önemli bir merkezine dönüşmüştür. 1511’de Hive Hanlığı kurulmuş ve 17. ve 18. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. Hârezm Hanlığı 18.yüzyılda Rus ve Batı Avrupa kaynaklarında Hîve Hanlığı şeklinde geçmektedir. Hanedanın kurucuları, 1511’de Hârezm’i ele geçiren Yâdigâr Han’ın oğullarından İlbars ve Balbars hanlardır. Ancak dışa doğru aksiyonu ihmal eden Hive Hanlığı, Buhara Emirliği ve Hokand Hanlığı ile yaşadığı çatışmalarla zayıflamıştır. 1873’te Rus himaye devleti hâline dönüşmüş ve 1920 de ise Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiştir. Günümüzde UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer almaktadır. Üç gün boyunca Kalta Minor, Kohne Ark (eski kale), Pehlevan Mahmud Türbesi, ahşap sütunlu Cuma Cami, Taş Havlu Sarayını birer birer bazan hüzünlü bazan kederli bir halde ziyaret edip mükedder maziye ve gelecek derin hülyalara daldım ve bugünün gerçekliğine uyandım.
Yorumlar
Kalan Karakter: