Taşkent’te kaldığımız ikinci gün kalmış olduğumuz Motelden Al Fraganus Üniversitesi’nin Kampus Binasına intikal ettikten sonra çok geniş ve kullanışlı bir binaya sahip olan Üniversiteyi içerden gördük. Değişik oda ve salonlarının temizliği dikkati çeken ilk hususlar olarak müşahede ediliyordu. Belli ki bir misyonun sahibi olarak Yönetim Kurulu ve Rektörlük şu sıralamayı gerçekleştirmiş bulunuyorlar: Milletinin yarınlarına sahip çıkacak gençler birincil amaç ve bunları yetiştirecek onların deyimiyle üstazlar ve alimler bu kutsal görevi misyon edindikleri (veya edinmeleri hedeflendiğinden) için çok değerli ve muhterem, diğer tüm idarî personel ve yardımcı sınıf görevliler (biz de dahil) akademik personelin adeta gözlerinin içine bakıyorlar. Onların işlerini zora sokmak şöyle dursun kolaylaştırmak için çırpınıyorlardı. En küçük talepleri derhal yerine getirildiği gibi akademik personelin; sadece bilim hayatında yeni ve farklı düşünceler üretmek için okuma, yazma ve öğrenci yetiştirmeyle iştigal ettiğini görünce meslektaşlarımız adına mesrur olmamak mümkün değildi. Bilim ve eğitim ehramının en tepesinde talebeler ve onların formasyonları. Onların altında yetiştirici üstazlar ve talepleri, onların altında Üniversite yönetimi ve bir altında idari Personel ve memurlar ve onun da altında Yardımcı Personel ve Güvelik konumlandırılmış. Öğrenci, tüm bu Üniversite organizasyonun varlık sebebi, çıktısı ve ürünü olarak bu hiyerarşik yapının varlık sebebi gibi. Diğerleri ikincil ve üçüncül dereceden vasıta-değer statüsünde idiler. Ergin ve nitelikli öğrenci amaçsal değer olduğundan nitelikli öğrenci yetiştirilemiyorsa onun dışındakilerin pek bir anlamı yokmuş gibi bir izlenime kapıldım. Bu yüzden Kongre sonrasında bile akademik personel ile felsefe, bilim, düşünce, mantık, bilimsel bilgi ve ülkelerimizin bilim ve Üniversite hayatı dışında hiçbir şey konuşulmadı desem yerindedir.
Akabinde tebliğlerimizi sunacağımız büyükçe sınıf veya salonlara geçtik ve tebliğler sırasıyla okunmaya başlandı. Moderatörler gerçekten kolaylaştırıcılık rolü üstlendiler. Yalnızca sunum zamanının başlangıcı ve sınırlarını anımsatmaktan öte bir misyon göstermediler: Gereksiz söz kesme veya araya girme, konuşmacıları çatıştırma gibi roller hiç sergilemediler. Her tebliğden sonra sunum yapan üstaza, hocaya sorular soruldu ve cevapları yorumsuz dinlenildi. Herkes karşılıklı saygı içinde müzakereleri bitirdiğinde artık vakit çok geç olmuştu. Ve idari personel ise hala görev yerlerinde sanki panel yeni başlıyormuş gibi yerinde hazır ve göreve amade idiler. Geç vakitte Kampus dışında oldukça ve biraz uzak birkaç katlı güzel bir mekâna geçildi ve burada muazzam bir sofranın konukları olduk. Bizi ilk karşılayanların ellerinde belki 2 metre boyunda devasa zurnalar vardı. Bu gösteri grubunun bir kısmı zurnaları üfleyerek fil haykırışına benzer bir ses çıkartıyorlardı. Diğer taraftan ellerinde dervişlerin büyük deflerine benzeyen bir müzik aletine ritmik vuran enstrümantal bir sanatkârlar grubuydu. Duyduğum marş sesleri bence savaş meydanına yürüyen bir fil ordusunun ürkütücülüğüne sahipti ve bende haşyet hissi uyandırıyordu. Sanki birazda Emir Timur’un fil ordusuyla üzerimize doğru hareket geçeceği duygusuna kapılmamak elde değildi. Ortama heybet ve hürmet duygusu salan bir hava egemendi bu karşılama ritüeli bitince daha soft müziğe geçildi. Ve herkes yerine geçince de yemek servisi tam vaktinde başladı ve yöneticiler beklenmeksizin yemeğe başlanıldı. 10 dakika sonra Al Fraganus Rektörü Dr. Mahmudov Muhammed İsmail Muhittinovich teşrif ettiler gayet rahat ve teşrifatsız olarak yerine oturan bu kongrenin manevi mimarı olan bu zât elini açarak “dua kılalım/edelim” dedi ve herkesin gözü önünde ve kameralar karşısında kısa ve anlamlı bir düa yaptı. Doğal olarak ben hem şoktayım hem de hayran hayran izliyorum. İçimden acaba bizim ülkemizde kaç yönetici hem de bir Kongre yemeğinde basın önünde böyle açıkça dua edebilir ki?sorusunu kendime soruyorum. Ve cevabını biliyorum. Ben şahsen edemem MEB’da İl Müdürlüğüm esnasında bile besmeleyi içinden çekmiş olarak bunu katiyen yapamazdım. Daha sonra öğrendim ki Özbekistan’da resmi veya gayr-i resmi her yemekte, cenazede, yolculukta her cemiyette dua açıkça ve topluca yapılıyormuş ve kimse bunu diline dolayıp “bu çağda bu da olur mu yaw” demiyormuş. Bunu ne basın ne birbirine muhalif kesimler sorun etmeksizin yaşamlarının doğal bir parçası olarak sürdürüyorlarmış. Daha açıkçası Özbekistan’da hiçbir kişi ve yönetici daha fazla dindar veya daha fazla seküler görünme kaygısı taşımaksızın kendi milletinin öz kültürüne uygun ritüellerini her yerde severek yerine getirmekten gurur duyuyorlar.
Yemek süresince öğrencilerin daha önceden hazırlandıkları belli olan milli dans gösterilerini (hiçbir uçukluğa, teşhirciliğe ve bedeninin mahrem yerlerini gösterme ilkelliğine düşmeksizin) sergilediler ve bunda çok da başarılıydılar. Solo ve koro halinde şarkılar ve türküler (güzel sesli ilerde büyük ses icracısı olacakları şimdiden belli olan) öğrenci kardeşlerimizce seslendirildi ve büyük takdir ve beğeni kazandılar: Özbekistan’da çok fazla bahar şarkıları söyleniyor. Bunda ünlü şair Çolpan’ın şiirlerin özel bir etkisi bulunmakta imiş.
Yemekten sonra müsaade alınarak motelimiz yerine, bir taziye için Taşkent’in kadim mahallelerine doğru bizi alan arabayla yolculuğumuz başladı. Türk kadim mahalle kültürünün yaşayan örnekleri olan bu mahallelerde, evlerin dış cepheleri cadde veya sokağa dönük olarak bina edilmiştir. Dış duvar tarafında sadece giriş kapıları şatafatsız olarak yer almaktadır: Bu kapıdan girilince kısa bir koridordan geçilerek ya bir avluya ya da bir eyvana varılıyor. Orta kısımda meyve ağaçları, çiçekler veya çeşme yer almakta genişliği arsa durumuna göre büyük veya küçük olabilen bu üstü açık bahçe (bazan bir de kedisi) ortak kullanım alanıdır. 3 veya 4 dairenin yer aldığı bu büyük evler geniş aileler tarafından özelikle tercih edilen asırlık yaşama alanları ve onlardan müteşekkil mahallelerdir. Çok az da olsa maalesef bu yeni süreçte bizim tarzımızda yeni evler inşa ediliyorsa da sosyal dokuyu bozacak düzeyde olmaması ise çok sevindirici bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçi böyle mimari yozlaşma durumunda, Özbekistan Devlet Başkanlığı yetkililerinin buna duyarsız kalacaklarını (şükür ki) hiç sanmıyorum. Çünkü Sovyetler sonrası kültürel mirası ihya etme çabalarının bir devlet stratejisi olduğundan emin olduğumdan bu türlü dejenerasyonlara bigâne kalınmayacağından da çok eminim. Neyse aile içi taziyeler aynı bizde olduğu üzere ehl-i sünnet usullerince gerçekleşiyor ve bu merasimde hiçbir farklı bid’at ve melanet yer almamaktadır: Başta Es selam Aleyküm, Allah mağfiret kılsın sonra sözlü olarak “hemderdem” yani dertdaşınızım. Gerek varsa “nasıl oldu vb kısa sorular”. Ve “bu bir takdir” şeklinde kendimizin de fani olduğunu, hayat ve ölümün Allah’tan olduğunu belirtmenin dışında kısa birkaç ayet (bilenlerce) okunması ve sonra mübarek dualar. Uzaktan gelenlere mesela bizim gibiler çay, su gibi hafif şeyler ikram edilerek merasim nihayetlenmektedir. Sonra veda ve yine düa.
Böylece Taşkent’i bir uçtan diğer uca adeta aşarak yolların durumu izleyerek, trafiği ve ahalinin hallerini müşahede ederek, gecelemek üzere otele varıp dinlemeğe geçmemiz lazım. Çünkü yarın bir Özbek Düğününe iştirak etmemiz gerekiyor ve akabinde uzun bir yolculukla Emir Teymur’a ve Semerkant’a uzun bir yolculuk bizi bekliyor: Şehir kendi vasatında sakin ve telaşsız uykuya varıyor.
Prof.Dr. Mehmet Münir Dedeoğlu /ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: