13 Haziran 2025 akşamı Tahran semalarında yükselen dumanlar, yalnızca bir askeri operasyonun değil, Ortadoğu’nun kaotik ruhunun ve küresel güçlerin uzun süredir biriken hesaplaşmasının da sembolü oldu. İsrail’in İran’a yönelik büyük ölçekli saldırısı, yıllardır süren “gölge savaşın” açık bir çatışmaya dönüşmesi anlamına geliyor. Bu hamle, sadece İran’ın nükleer tesislerini ya da askeri altyapısını hedef almıyor; aynı zamanda bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirme, İran’ın etkisini kırma ve küresel satranç tahtasında ABD-İsrail ekseninin üstünlüğünü pekiştirme girişimi. Peki, bu krizin arka planında neler yatıyor? Suriye’deki kaos, Ukrayna’daki savaş, Filistin’in kanayan yarası ve ittifaklar arasındaki uzlaşmazlıklar bu ateşi nasıl körüklüyor? ABD ve İsrail neyi hedefliyor, İran ve Türkiye bu denklemde ne yapmaya çalışıyor, kim kiminle aynı safta ve bu savaşta kazanan kim olacak? Gelin, bu karmaşık tabloyu reel politik bir perspektiften, akılcı, samimi ve objektif bir şekilde masaya yatıralım.
İsrail’in saldırısı, 1 Ekim 2024’te İran’ın füze misillemesiyle başlayan gerginliğin bir devamı gibi görünse de, bu sadece buzdağının görünen kısmı. İsrail, Tahran’daki nükleer tesisler ve Devrim Muhafızları’nın altyapısını vurarak İran’ın caydırıcılık kapasitesini hedef aldı. Ancak bu operasyon, yalnızca bir misilleme değil; İran’ın Suriye, Lübnan ve Yemen’deki vekil güçlerini zayıflatmayı, nükleer programını durdurmayı ve bölgesel nüfuzunu kırmayı amaçlayan stratejik bir hamle. ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırının hemen ardından yaptığı “en iyi ve en ölümcül askeri ekipmanlar” vurgusu, ABD’nin İsrail’e sağladığı teknolojik ve lojistik desteği açıkça ortaya koyuyor. Sızdırılan “Beş Göz” istihbarat belgeleri, bu operasyonun uzun süredir planlandığını ve ABD’nin dolaylı bir rol oynadığını düşündürüyor. Trump’ın “anlaşma masasına otur” çağrısı ise açık bir mesaj: İran ya nükleer hırslarından vazgeçip diplomasiye razı olacak ya da daha büyük bir yıkımla yüzleşecek.
Bu krizin kökenlerini anlamak için Ortadoğu’nun diğer çatışma alanlarına bakmak şart. Suriye, bu denklemin kilit noktası. 2024 sonlarında muhaliflerin Halep’i ele geçirmesi ve Şam’a ilerlemesi, Esed rejiminin çöküşünü hızlandırdı. Bu, İran ve Rusya için stratejik bir kayıp, Türkiye ve İsrail için ise yeni fırsatlar demek. Ancak İsrail’in Suriye’deki hedefleri sadece rejimin zayıflamasıyla sınırlı değil. Golan Tepeleri’ni işgal altında tutan İsrail, yeni Suriye yönetiminin bu bölgeyi geri alma talebinden endişeli. Dahası, İran destekli Hizbullah ve Şii milislerin Suriye’deki varlığı, İsrail için birincil tehdit. İsrail’in Suriye’deki hava saldırıları, İran’ın lojistik ağını çökertmeyi ve PKK/YPG gibi unsurları muhaliflere karşı korumayı amaçlıyor. Suriye’deki bu kaos, İsrail’in İran’a yönelik cesur hamlesinin katalizörü oldu.
Ukrayna savaşı, bu denklemin bir başka parçası. Rusya, Ukrayna’da bataklığa saplanmışken, Suriye’deki Tartus üssünü ve Akdeniz’deki varlığını sürdürmekte zorlanıyor. Bu, İran’ın Suriye’deki yükünü artırırken, Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisini zayıflatıyor. ABD, Ukrayna üzerinden Rusya’yı yıpratırken, İsrail’in İran’a saldırmasına yeşil ışık yakarak Moskova’ya dolaylı bir mesaj gönderiyor: “Ortadoğu’da geri adım at.” Ancak Rusya’nın tamamen çekilmesi zor; Tartus, sıcak denizlere erişimi için hayati. Çin ise daha temkinli. İran’la 25 yıllık enerji anlaşmasını sürdüren Pekin, ekonomik çıkarlarını koruma odaklı pragmatik bir politika izliyor ve askeri bir angajmandan kaçınıyor.
Filistin meselesi, Ortadoğu’nun kanayan yarası olarak bu krizin gölgesinde kalsa da, denklemden kopuk değil. İsrail’in Gazze’deki operasyonları ve Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetleri uluslararası tepki çekerken, İran’ın Hamas ve Hizbullah’a desteği, İsrail için bir başka tehdit unsuru. Ancak Suriye’deki gelişmeler ve İran’a yönelik baskı, Filistin meselesini ikinci plana itiyor. ABD ve İsrail, İran’ı zayıflatmanın Filistin direnişini de dolaylı olarak bastıracağına inanıyor. İran ise Filistin kartını oynayarak Arap dünyasında meşruiyet kazanmaya çalışıyor, ancak bu strateji, iç ekonomik kriz ve dış baskılar nedeniyle etkisini yitiriyor.
Peki, İran bu savaşta ne yapmaya çalışıyor ve zaferle çıkabilir mi? İran’ın stratejisi, rejimini ayakta tutmaya ve bölgesel etkisini korumaya odaklanıyor. İç siyasette, İsrail’in saldırıları “dış düşman” retoriğiyle halkı birleştirme aracı olarak kullanılıyor. Dış politikada ise İran, Hizbullah, Husiler ve Şii milisler gibi vekil güçlerle asimetrik bir misilleme planlıyor. Doğrudan İsrail’e karşı büyük bir konvansiyonel savaş, İran için intihar olur; bu yüzden Tahran, düşük yoğunluklu ama yıpratıcı bir direnişle ayakta kalmayı hedefliyor. Rusya ve Çin’le ittifak, İran’ın ekonomik ve askeri dayanıklılığını artırıyor, ancak bu destek sınırlı. İran’ın nükleer tesislerine verilen zarar, caydırıcılık kapasitesini zayıflattı. Zafer, İran için rejimin hayatta kalması ve bölgesel etkisini tamamen kaybetmemesi anlamına gelirse, bu mümkün. Ancak, İsrail ve ABD karşısında konvansiyonel bir galibiyet hayal. Uzun vadede, İran’ın kaderi ekonomik yaptırımlara ve iç istikrara bağlı.
Türkiye bu kaosta nerede duruyor? Ankara, Suriye’deki kazanımlarını koruma ve İran’la denge politikası izleme peşinde. Esed rejiminin çöküşü, muhaliflerle yakın ilişkileri sayesinde Türkiye’yi Suriye’de avantajlı bir konuma getirdi. Ancak PKK/YPG’nin varlığı, özellikle İsrail’in YPG’yi koruma çabaları, Türkiye için bir tehdit. Suriye’deki deneyim, Türkiye’ye önemli dersler öğretti: Esed’le erken kopuş ve muhaliflere seçici destek, uzun vadeli istikrarı zorlaştırdı. İran konusunda ise Türkiye daha temkinli. Komşu İran’la ekonomik ilişkileri sürdüren Ankara, ABD’nin yaptırımlarına maruz kalmamak için dikkatli adımlar atıyor. Aynı zamanda, Rusya ve Çin’le denge politikası izleyerek NATO müttefiki kimliğini koruyor. Türkiye, bu krizde arabulucu rolü üstlenme potansiyeline sahip; geçmişte İsrail-Suriye görüşmelerine ev sahipliği yapan Ankara, bu deneyimi avantaja çevirebilir. Ancak, petrol fiyatlarındaki %11’lik artış, Türkiye’nin enerji bağımlı ekonomisi için risk oluşturuyor. Ankara, Körfez ülkeleriyle ilişkileri güçlendirerek ve enerji kaynaklarını çeşitlendirerek bu riski yönetmeye çalışıyor.
İttifaklar bu krizde nasıl şekilleniyor? ABD ve İsrail, İran’ı nükleer ve bölgesel tehdit olmaktan çıkarma hedefinde birleşiyor. “Beş Göz” belgeleri, bu operasyonun titizlikle planlandığını gösteriyor. İran, Rusya ve Çin’le ittifakını güçlendirerek direnmeye çalışıyor. Rusya, Suriye’deki varlığını koruma, Çin ise enerji çıkarlarını güvence altına alma derdinde. Türkiye, ne tamamen Batı kampında ne de İran-Rusya-Çin ekseninde; denge politikasıyla hareket ediyor. Körfez ülkeleri, İran’ın zayıflamasından memnun, ancak İsrail’in agresif politikalarından çekiniyor. Hamas ve Hizbullah, İran’ın desteklediği direniş grupları olarak İsrail’e karşı mücadelede kilit rol oynuyor, ancak İran’ın zayıflaması bu grupları da riske atıyor.
Ortadoğu’da kazananlar ve kaybedenler kim? Kısa vadede, İsrail ve ABD stratejik üstünlük sağlıyor. İran’ın nükleer ve askeri kapasitesine verilen zarar, Tahran’ı köşeye sıkıştırıyor. Ancak İran, vekil güçler ve iç konsolidasyonla direnebilir. Uzun vadede, İran’ın çökmesi bölgede yeni bir güç boşluğu yaratabilir; bu, Türkiye, Suudi Arabistan ve hatta Çin için fırsatlar doğurabilir. Rusya, Suriye’deki kayıplarına rağmen İran’la ittifakını koruyarak varlığını sürdürecek. Filistin meselesi ise bu güç mücadelesinde bir kez daha unutulmuş gibi.
Bu kriz, Ortadoğu’nun kaotik doğasını ve küresel satranç tahtasının kırılganlığını gözler önüne seriyor. ABD ve İsrail, İran’ı baskı altına alarak hegemonya kurma peşinde, ancak her hamle yeni bir kriz riski taşıyor. Türkiye, Suriye’deki hatalardan ders alarak İran konusunda pragmatik olmalı. Kamuoyu, bu karmaşık tabloyu duygusal tepkilerle değil, akılcı analizlerle değerlendirmeli. Ortadoğu, bir satranç tahtası; ama bu oyunda her taş, beklenmedik bir fırtınayı tetikleyebilir. Tanrı, hepimizi bu kaosun sonuçlarından korusun.
Şükriye Akkoç / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: