Türkiye’nin şu an içine düştüğü “barış” muhabbeti, tam bir kafa karışıklığı, tam bir toplum mühendisliği şaheseri.
Hükümetin, PKK’nın kendisini feshettiğini ilan ettiği 12 Mayıs 2025’ten beri çevirdiği dolaplar, CHP’nin bu oyuna hevesle atlaması, hele hele Öcalan’ın İmralı’dan sahneye çıkıp “demokratik ulus” nutukları atması…
Vallahi, insan ne düşüneceğini şaşırıyor. Ama durun, şaşırmayalım, çünkü bu işin altında sahte bir ikilem var: Ya “barış” diyeceksiniz ya da “vatan haini” damgası yiyeceksiniz. İşte bu, zekice kurgulanmış bir tuzak. Gelin, şu meseleyi enine boyuna, samimi ama akılcı bir şekilde masaya yatıralım.
Hükümet ne yapıyor? Bir yandan “Terörsüz Türkiye” diye bağırıyor, öbür yandan Öcalan’la masaya oturup “barış” şarkıları söylüyor. Erdoğan, 12 Mayıs’ta çıktı, “PKK silah bırakacak, illegalite bitecek, her şey şeffaf olacak” dedi.
Kulağa hoş, değil mi?
Ama sonra bir bakıyorsun, Öcalan’ın İmralı’daki koşullarının iyileştirilmesi, “umut hakkı” muhabbeti, hatta belki serbest bırakılması konuşuluyor.
DEM Parti, Adalet Bakanı’yla 24 Nisan’da görüşüyor, kayyumlar kalksın, bazı belediye başkanları geri dönsün, Öcalan rahat etsin diyor.
E, hani teröre taviz yoktu?
Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?
Üstelik Suriye’de YPG’ye “terörist” deyip bağırırken, içeride PKK’nın taleplerini “kardeşlik” sosuna batırıp önümüze sunuyorlar.
Bu ikiyüzlülük değil de nedir? Hükümet, Türk milletine “Ya bu barışı desteklersiniz ya da kaos” diyor.
Ama asıl mesele, bu barışın kimin barışı olduğu. Öcalan’ın “demokratik ulus” hayalleri, Lozan’ı delik deşik edecek talepler, üniter devleti sarsacak öneriler…
Bunlar mı barış? Yoksa Türk milletinin önüne konulan bir teslimiyet belgesi mi?
Şimdi gelelim CHP’ye. Hani şu “Atatürk’ün partisi” olmakla övünen CHP. Özgür Özel, “Bu tarihi bir fırsat, destekliyoruz” diyor.
Gökhan Günaydın, 14 Mayıs’ta Meclis’te “Kürt sorunu hukuk ve demokrasiyle çözülür” diye nutuk atıyor.
Güzel, hukuk dedin, demokrasi dedin, ama niye Öcalan’ın taleplerine kucak açıyorsun? Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, üniter devleti, bölünmez bütünlüğü savunan parti, nasıl olur da bir terör örgütü liderinin gölgesinde “barış” naraları atar?
CHP, bu süreçte hükümetle kol kola, adeta “Bizi de alın, biz de demokratız” diye yalvarıyor. Ama bu, Atatürk’ün mirasını çöpe atmak değil de nedir?
Partinin tabanı bile homurdanıyor, “Ne oluyoruz?” diyor, ama yönetim, uluslararası arenada “bakın, biz de barışçıyız” pozu kesme derdinde.
Peki, bu poz kime?
Türk milletine mi, yoksa Batı’ya mı? CHP, tarihsel kimliğini, ulus-devlet ilkesini, Öcalan’ın “eşit vatandaşlık” masallarıyla mı takas edecek? Akıl alır gibi değil.
İşte tam da burada, sahte ikilem devreye giriyor.
Bize diyorlar ki: “Ya bu barışı destekle, ya da savaş yanlısı, barış düşmanı bir yobaz ol.” Bu, düpedüz bir toplum mühendisliği.
Toplumu kutuplaştır, “barışçılar” ve “hainler” diye ikiye böl, sonra asıl meseleleri konuşulmaz hale getir.
Nedir o meseleler?
Ulusal egemenlik, hukukun üstünlüğü, devletin bir terör örgütüyle pazarlık yapmasının absürtlüğü…
Bunlar konuşulmasın, millet “barış mı, savaş mı” diye birbirine girsin. Hükümet, bu ikilemi körüklüyor; CHP de alkış tutuyor. Ama kimse şunu sormuyor: Bir devlet, müebbet hapse mahkûm bir teröristle niye masaya oturur?
Suriye’de YPG’ye “özerklik yok” deyip, içeride PKK’nın taleplerini “insan hakkı” diye pazarlamak neyin nesi? Bu çelişkiler, zekâmızla alay etmek değil de nedir?
Peki, Türk devleti ne yapmalı?
Çok net: Hukukun üstünlüğünü esas almalı, üniter yapıyı zerre taviz vermeden korumalı. PKK’nın fesih kararı samimiyse, buyursun, silahları teslim etsin, Suriye’deki YPG de dahil bütün unsurlar dağılsın.
Ama Öcalan’ı siyasi aktör yapmak, ona “umut hakkı” verip sahneye çıkarmak, devletin itibarını yerle bir eder.
Dünya bize gülüyor, farkında mıyız? “Türkiye, teröristle barış masası kuruyor” diye dalga geçiyorlar.
Devlet, şeffaf olmalı, PKK’nın silah bırakmasını sıkı sıkıya denetlemeli, ama Öcalan’ın taleplerine değil, Anayasa’ya ve Türk milletinin iradesine bağlı kalmalı.
DEM Parti’nin “kayyumlar kalksın, Öcalan konuşsun” talepleri, üniter devleti tehdit ediyorsa, kapı duvar olmalı.
Suriye’de YPG’ye karşı duruşumuzla içerideki politikalarımız tutarlı olmalı, yoksa bu ikiyüzlülük milletin güvenini bitirir.
Bu işin özü şu: Bize sunulan bu “barış” masalı, Pandora’nın kutusunu açma riski taşıyor. Hükümet, milletin rıza göstermeyeceği bir projeyi “kırk hikâye”yle meşrulaştırmaya çalışıyor. CHP, kendi mirasını hiçe sayarak bu oyunda figüran oluyor. Ama Türk milleti, bu sahte ikileme kanmamalı. Ne “barış” naralarıyla uyutulmalı, ne de “vatan haini” yaftasıyla sindirilmeli.
Asıl özgürlük, bu zehirli gündemin dayattığı seçeneklerin dışında, kendi yolumuzu çizmekte. Baktığımızı görelim, gördüğümüze kanmayalım.
Bu tuzaktan çıkmanın tek yolu, aklımızı kullanmak ve “Bu barış kimin barışı?” diye sormak. Soralım ki, Pandora’nın kutusu açılmasın, Türkiye kendi geleceğini kendi yazsın.
Şükriye Akkoç / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: