Ortadoğu, tarih boyunca güç mücadelelerinin, medeniyetlerin ve çıkar çatışmalarının merkezi oldu.
Bugün, İsrail-İran geriliminin gölgesinde yeniden alevlenen bu coğrafya, küresel satranç tahtasının en karmaşık bölgesi.
13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’ın nükleer tesisleri dahil onlarca noktaya düzenlediği saldırılar, İran’ın 100’e yakın SİHA ile misilleme yapmasıyla tırmanan kriz, sadece iki bölgesel güç arasındaki bir hesaplaşma değil; ABD, Rusya, Çin ve Türkiye gibi aktörlerin dahil olduğu bir küresel çekişme.
Peki, Ortadoğu’da neler oluyor?
İsrail-İran savaşı neden bir anda ABD’yi de içine alacak şekilde büyüdü?
Bu savaşın Ukrayna-Rusya çatışması ve Suriye’deki kaosla bağlantısı ne?
Türkiye bu denklemin neresinde?
Kürt meselesi, PKK/YPG ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bu tablonun neresinde duruyor?
Gelin, bu karmaşık jeopolitik oyunu, reel politik bir bakış açısıyla, samimi ve akılcı bir şekilde çözmeye çalışalım.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, “nükleer silah üretimi” iddiasıyla gerekçelendirilse de, bu söylem bir bahane olmaktan öteye gitmiyor.
Gerçek mesele, Ortadoğu’nun jeopolitik haritasını yeniden çizme çabası. ABD, İsrail’i bölgedeki en güvenilir müttefiki ve ileri karakolu olarak görüyor.
İran’ın etkisizleştirilmesi, Şii eksenini kırmak, Hizbullah, Hamas ve Husiler gibi vekil güçleri zayıflatmak demek. Bu, sadece İsrail’in güvenliğini değil, ABD’nin petrol yolları, Basra Körfezi ve küresel enerji piyasaları üzerindeki kontrolünü pekiştiriyor.
İran’ın nükleer programı, bu stratejik hedefi meşrulaştırmak için bir kılıf.
Kanıtlar sınırlıyken, bu iddia, askeri müdahaleler için kamuoyunu ikna aracı olarak kullanılıyor.
ABD’nin motivasyonu, duygusal bir İsrail sevgisinden çok, soğuk bir çıkar hesabı: Ortadoğu’da hegemonyasını sürdürmek, Çin ve Rusya’nın nüfuzunu kırmak ve enerji kaynaklarını domine etmek.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), bu stratejinin temel taşlarından biri. Bush döneminde ortaya atılan BOP, resmi söylemde “demokrasi ve kalkınma” vaat etse de, asıl amacı bölge devletlerini zayıflatmak, enerji kaynaklarını kontrol etmek ve İsrail’in bölgesel hegemonyasını garantilemekti.
Hindistan’dan Cebelitarık’a uzanan bu projede Türkiye, önce “model ülke”, sonra “demokratik ortak” olarak tanımlandı.
Ancak Türkiye’nin milliyetçi duruşu ve ABD’ye karşı temkinli politikaları, bu rolü sorgulamasına neden oldu.
İsrail’in ise “Büyük İsrail” vizyonu, Nil’den Fırat’a uzanan bir coğrafyayı hedefliyor.
1967’den beri işgal politikaları, yerleşim faaliyetleri ve İbrahim Anlaşmaları’yla Arap dünyasıyla normalleşme, bu hedefin parçaları.
ABD, İsrail’i destekleyerek hem bu vizyonu kolaylaştırıyor hem de İran’ı çevreleme politikasına hizmet ediyor.
Rusya, Pakistan ve Azerbaycan’ın İran’ı destekleyen açıklamaları, bu oyunun küresel boyutunu gösteriyor.
Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle Batı’yla yaşadığı gerilimde İran’ı bir müttefik olarak görüyor.
İran’ın Suriye’deki varlığı, Rusya’nın Akdeniz’deki Tartus üssüne erişimini sağlıyor.
İran’ın zayıflaması, Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisini tehdit eder. Pakistan, mezhepsel ve tarihi bağlarla İran’ı desteklerken, Azerbaycan, İsrail’le ekonomik-askeri ilişkilerine rağmen İran’ın tamamen çökmesini istemiyor; çünkü bu, Kafkasya’da yeni istikrarsızlıklara yol açabilir.
Suudi Arabistan ve BAE gibi Sünni monarşiler ise İran’ın nüfuzundan rahatsız; dolayısıyla İsrail ve ABD’yle dolaylı bir ittifak içindeler.
Ancak Filistin meselesi, bu ülkelerin iç kamuoylarında baskı yaratıyor, açık ittifakları zorlaştırıyor.
Bu savaşın Ukrayna ve Suriye’yle bağlantısı, küresel güç mücadelesinin bir yansıması. Ukrayna savaşı, enerji piyasalarını sarsarken, Rusya’nın İran’ı desteklemesi, Batı’ya karşı bir karşı ağırlık oluşturma çabası.
Suriye, İran ve Hizbullah’ın lojistik merkezi; İsrail’in buradaki İran hedeflerine saldırıları, bu bağı koparmayı amaçlıyor.
Ancak Rusya’nın Suriye’deki varlığı, bu hamleleri karmaşıklaştırıyor.
İran’ın istikrarsızlaşması, Suriye’deki kaosu derinleştirebilir, mülteci akımları ve yeni vekil savaşlar doğurabilir.
Bu, Türkiye için ciddi bir tehdit; çünkü mülteci krizi ve PKK/YPG’nin güçlenmesi, ulusal güvenliğini riske atar.
Türkiye, bu kaosta hem aktör hem hedef.
BOP’ta “model ülke” rolü biçilen Türkiye, ABD’nin YPG’ye desteğiyle güven krizine sürüklendi. YPG, ABD’nin IŞİD’le mücadelede vekil gücü, ancak Türkiye için PKK’nın uzantısı ve tehdit. Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki PKK karşıtı operasyonları, bu bağlamda hem iç güvenlik hem de bölgesel denge hedefliyor.
Cumhur İttifakı’nın Öcalan’la görüşmeleri, iç politikada tartışma yaratsa da, Ortadoğu’daki kaosla bağlantılı. Bu görüşmeler, Kürt meselesini çözerek Türkiye’nin elini güçlendirme ve YPG’nin Suriye’deki özerklik çabalarını engelleme hamlesi olabilir.
Ancak milliyetçi tabanın tepkileri, bu adımı riskli kılıyor.
Kürtler, bu tabloda hem aktör hem araç; ABD’nin YPG’yi desteklemesi, onları vekil güç yaparken, Türkiye’nin sert politikaları ve Kürt gruplar arasındaki rekabet, birleşik bir Kürt hareketini engelliyor.
İran’ın zayıflatılması, Şii eksenini çökerterek Sünni bloku güçlendirir, ancak mezhepsel çatışmaları körükleyebilir. Hizbullah ve Hamas’ın zayıflaması, kısa vadede İsrail’in güvenliğini artırır, ama uzun vadede yeni radikal gruplar doğabilir.
Türkiye için bu, PJAK gibi grupların güçlenmesi ve YPG’nin özerklik çabalarının hızlanması demek. ABD’nin YPG’yi desteklemeye devam etmesi, Türkiye-ABD ilişkilerini daha da gerebilir.
ABD’nin nihai hedefi, İsrail üzerinden Ortadoğu’yu domine etmek, enerji yollarını kontrol etmek ve Çin-Rusya eksenini sınırlamak.
Ancak bu strateji, bölge halklarının dış müdahalelere tepkisi nedeniyle ters tepebilir. Türkiye, Rusya ve Çin, kendi çıkarlarını koruyarak bu hegemonyaya karşı denge kurmaya çalışıyor.
ABD ve İsrail’i durdurmak zor, ama imkansız değil. Rusya ve Çin, kendi eksenlerini oluştururken, Türkiye bağımsız bir dış politika ile manevra alanı yaratıyor.
Ancak NATO üyeliği ve ekonomik bağımlılıklar, bu manevraları kısıtlıyor.
Türkiye’nin iç siyasetteki yansımalar da kritik. Öcalan görüşmeleri, Kürt meselesinde yeni bir çözüm arayışından çok, bölgesel kaosta stratejik bir hamle.
Bu, ABD’nin YPG politikalarına karşı bir dengeleme çabası olabilir, ancak iç politikada riskli bir denge gerektiriyor.
Ortadoğu’nun şifreleri, güç, çıkar ve kaos üzerine kurulu. Türkiye, bu karmaşada ayakta kalmak için bağımsız bir dış politika, güçlü bölgesel ittifaklar ve içerde toplumsal birliği sağlamlaştırmalı. Kürt meselesinde adil bir çözüm, bu kaosta Türkiye’nin elini güçlendirebilir.
Ortadoğu, satranç tahtası; ama piyonlar bile kendi hamlelerini yapabiliyor.
Türkiye, akılcı ve uzun vadeli bir vizyonla, sadece kendisini değil, bölgenin geleceğini de şekillendirebilir.
Şükriye Akkoç / ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: