Son dönemde Suriye ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler, Ortadoğu’nun jeopolitik satranç tahtasında iç içe geçmiş hamleler gibi. Aralık 2024’te Beşar Esad’ın devrilmesiyle Suriye’de yeni bir sayfa açıldı.
Hayat Tahrir el-Şam (HTS) lideri Ahmed Şara’nın geçiş dönemi cumhurbaşkanı olması, hem umut hem kaygı uyandırıyor.
Aynı süreçte Türkiye’de Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan TBMM’de konuşsun” çıkışı, “yeni kimlik” önerisi ve DEM Parti’nin yeni anayasa talepleri, tesadüften uzak bir hareketliliği işaret ediyor.
Bu gelişmeler, sadece iç politikayı değil, bölgenin yeni düzenini şekillendiren karmaşık bir oyunu yansıtıyor.
ABD’nin Suriye planları, Türkiye’nin “terörsüz Türkiye” hedefi, Bahçeli’nin kimlik çıkışı ve anayasa tartışmaları, Türk milletinin kırmızı çizgileri etrafında yoğunlaşıyor. Gelin, bu tabloyu sade, samimi ve kamuoyunu bilgilendirme gayesiyle enine boyuna inceleyelim.
Esad’ın düşüşü, Suriye’de yeni bir dönem başlattı. HTS lideri Şara, uluslararası meşruiyet ararken, Mart 2025’te Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve omurgasını oluşturan YPG, Şam’la tarihi bir anlaşma imzaladı.
Bu anlaşma, SDG’nin Suriye ordusuna entegre olmasını öngörüyor; ülkenin birliği için önemli bir adım. Ancak YPG’nin silahlı varlığını sürdürme talebi, Türkiye için ciddi bir tehdit.
ABD, YPG’yi Şam’a entegre ederek İran’ın etkisini kırmayı, İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki güvenliğini sağlamayı ve enerji hatlarını kontrol etmeyi hedefliyor.
YPG, IŞİD’e karşı sahada etkili bir güç ve petrol bölgelerini elinde tutan bir müttefik. Türkiye’nin “YPG=PKK” duruşu ise ABD’yi ince bir ipte yürümeye zorluyor.
ABD’nin istediği, merkezi yönetimle yerel güçlerin dengelendiği, federalizme tam kaymadan istikrarlı bir yapı.
X’teki bazı iddialar, YPG’nin özerk bir Kürt bölgesi kurma hedefinde olduğunu öne sürse de bu, Türkiye için katiyen kabul edilemez.
Türkiye’de tablo daha karmaşık ve duygusal. Bahçeli’nin Ekim 2024’teki Öcalan çıkışı, “yeni kimlik” önerisi ve “terörsüz Türkiye” söylemi, ilk bakışta iç politikada bir rahatlama hamlesi gibi görünüyor.
Ekonomik sorunlar, toplumsal gerginlikler ve 2023 seçimlerinin bıraktığı kutuplaşma, hükümeti yeni bir “çözüm” narratifine itmiş olabilir.
Ancak Bahçeli’nin “yeni kimlik” önerisi, kapsayıcı bir anayasa tartışmasının kapısını aralıyor. Bu anayasa, Kürt meselesine yeni bir çerçeve çizerek iç politikada toplumsal barışı sağlamayı ve Suriye’deki YPG dinamiğini kontrol altına almayı hedefliyor gibi.
Ne var ki bu süreç, Türk milletinin kırmızı çizgilerine dokunuyor. Anayasa’nın ilk dört maddesi, 66. maddesi (Türk vatandaşlığı tanımı) ve 42. maddesi (eğitim ve dil hakları), devletin ulus-devlet ve üniter yapısının temel taşları.
Bu maddeler, 40 yıldır PKK terörüyle mücadelede milyonlarca şehidin kanıyla yazılmış bir iradenin sembolü.
Türk milleti, bu maddelerin değiştirilmesine veya dolaylı olarak etkisiz kılınmasına asla izin vermez; bu, Cumhuriyetin varoluşsal kimliğine ve Atatürk’ün mirasına ihanet olur.
Hükümetin DEM Parti ile müzakereye oturması ve Öcalan’ın PKK’yı feshetme çağrısı, bu hassas dengeleri sarsıyor.
2023 seçimlerinde muhalefeti DEM ile ittifak yaptığı için “terörist” ilan eden hükümet, şimdi aynı aktörlerle diyalog kuruyor ve bunu “terörsüz Türkiye” söylemiyle meşrulaştırıyor.
Bu çelişki, kamuoyunda samimiyet sorgulaması yaratıyor. Düne kadar “Öcalan’ı serbest bırakacaklar” diyerek muhalefeti suçlayanlar, bugün Öcalan’ın konuşmasından medet umuyor.
Türk milleti, 40 yıldır binlerce evladını teröre kurban vermişken, devletin bir terör örgütü lideriyle müzakere masasına oturmasını “taviz” olarak görüyor.
PKK’nın etkisi zayıflamışken, bu adımların ne kadar gerçekçi bir hedefi var?
Hükümet, Suriye’de YPG’nin Şam’a entegrasyonunu fırsat bilerek içerdeki Kürt meselesine yeni bir çerçeve çizmeye çalışıyor.
Ancak bu çerçeve, Anayasa’nın kırmızı çizgilerini aşarsa, Türk milletinin iradesine zarar verebilir.
Bu süreçlerin ardında kimler var?
ABD, YPG’yi Şam’a entegre ederek İran’ı dengelemek, İsrail’i korumak ve enerji hatlarını kontrol etmek istiyor.
Türkiye, YPG’nin özerk bir yapı kurmasını engellemek için içerdeki PKK meselesini çözerek Suriye’de elini güçlendirmeyi hedefliyor.
Rusya, Esad’a sığınma verdikten sonra Astana süreciyle etkisini korumaya çalışıyor. Yeni Suriye yönetimi ise Batı’dan yaptırımların kalkmasını ve meşruiyet kazanmayı amaçlıyor.
X’teki spekülasyonlar, bölgede Kürtleri kapsayan bir “federatif yapı” hedeflendiğini öne sürse de bu henüz doğrulanmış değil.
Gerçek olan şu: Esad sonrası güç boşluğu, tüm aktörleri harekete geçirdi.
Ancak Türk milleti, kendi iradesini hiçe sayan hiçbir hamleye izin vermez.
Etik ve hukuki açıdan bu süreç tartışmalı.
40 yıllık mücadelede can verenlerin anısına saygısızlık olarak görülen bu müzakereler, devletin kendi ilkelerinden ödün verdiği izlenimini uyandırıyor.
Anayasa’nın temel maddelerini dolaylı yoldan etkisiz kılmaya yönelik bir “kapsayıcı anayasa” önerisi, Türk milletinin birliğine zarar verebilir.
Kamuoyu, hükümetin bu çelişkili tutumunun nedenlerini sorguluyor: İç politikada konsolidasyon mu sağlanıyor, yoksa dış güçlerin dayattığı bir plana mı uyuluyor?
40 yıldır PKK’nın yapamadığını, şimdi hükümetin “çözüm” adı altında sunması, stratejik bir hamle mi, yoksa teslimiyet mi?
Türk milleti, Cumhuriyetin menfaatlerini ve Atatürk’ün mirasını kimsenin kişisel hesaplarına kurban etmeyecektir.
Suriye ve Türkiye’deki bu hareketlilik, Ortadoğu’nun yeni düzenini şekillendiren bir jeopolitik tasarımın parçası.
Hükümet, içerde ve dışarda Kürt meselesini çözerek bölgesel etkisini artırmaya çalışıyor. Ancak bu süreç, Anayasa’nın kırmızı çizgilerine dokunursa, Türk milletinin öfkesiyle karşılaşır. Kamuoyu olarak bize düşen, bu adımları sorgulamak, Cumhuriyetin temel ilkelerini savunmak ve geleceğimizi şekillendirecek hamleleri dikkatle izlemek. Türk milleti, birliğini, devletini ve Atatürk’ün mirasını sonuna kadar koruyacaktır; buna kimse engel olamaz.
Şükriye Akkoç /ENP
Yorumlar
Kalan Karakter: